EL-ESNA

Fİ ŞERHİ ESMAİLLAHİ’L-HÜSNA

VE SIFATİHİL ULYA

 

18- EL-KARİB

 

Kur'an'da: "Muhakkak ben karib (yakınım) dua ettiği zaman dua edenin duasına icabet ederim." (Bakara, 186), "Şüphesiz O işiten, karib (yakın) olandır."(Sebe', 50) buyurulur. Yine peygamberi Salih'in dilinden şöyle buyurur:

 

"Şüphesiz ki Rabbim karib (yakındır) icabet edendir."(Hud, 61) Sünnette de sabit olmuştur, alimler üzerinde icma etmişlerdir.

 

Müslim (rahimehullah)'in Ebu Musa (r.a.)'dan rivayet ettiğine göre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'le beraber bir seferdeydik. Bu sırada bazıları sesli sesli tekbir getirmeye başladılar. -Bir rivayette de- Bir adam her bir tepeye çıktığında yüksek sesle "La İlahe illallah" demeye başladı. Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Yavaş olun, kendinizi zorlamayın. Zira siz sağır gaip birini çağırmıyorsunuz. Bilakis sözler semi'(işiten) ve karib (yakın) ve sizinle beraber olanı çağırıyorsunuz. Dedi ki: Ben de arkasındaydım, şöyle diyordum. La havle vela kuvvete illa billah. Allah'tan başkasında ne güç (çare) ne de kuvvet vardır." Buyurdu ki: Ey Abdullah b. Kays! Sana cennet hazinelerinden bir hazineyi haber vereyim, istemez misin? Dedim ki: Elbette isterim Ey Allah'ın Resulü! Buyurdu ki: La havle vela kuvvete illa billah. Bir başka rivayette: "Sizin çağırdığınız size bineğinizin koynundan daha yakındır." şeklinde geçer.

 

Kul için de nekira olarak da marife olarak da kullanılmasında bir ihtilaf yoktur. Kur'an'da şöyle buyurulur: "Karib (yakın) bir yerden yakalandılar."(Sebe', 51), "Karib (yakın) bir menfaat olsaydı."(Tevbe, 42), "Muhakkak ki Allah'ın rahmeti ihsan edenlere karibdir (yakındır) (A'raf, 56) yani affı, ihsanı, nimetleri yakındır.

 

Kutb (yakınlık) uzaklığın zıddıdır. Hem maddi hem manevi varlıklar için kullanılır. İsimlerde birbirleri arasındaki mesafe az ise yakın çok ise uzak değildir. Daha sonra manalar arasındaki yakınlıkta mecazi olarak kullanılmıştır. Falan falana yakındır. Yani aralarında sevgi vardır. Falan falandan uzaktır. Yani aralarında düşmanlık vardır.

 

Manası bu şekilde açığa kavuştuktan sonra deriz ki: Bari Teala'nın mesafe yakınlığı veya uzaklığı ile vasfedilmesi imkansızdır. Çünkü cisim değildir. Buna mukabil ilim ve muhabbet yakınlığı ile vasfedilmesi sahihtir, ilmi kurbiyete (yakınlığa) Allah Teala'nın: "Kullarım beni sana soracak olurlarsa ben (onlara) yakınım." buyruğu delalet eder. Manası ilmim ile onlara yakınım. Denildi ki: Muhabbetim ile Kul içinde "O Allah'a yakındır" denilebilir. "Kudretine bağlılığının yakınlığı" manasında Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den rivayet edildiği şekli gibi: Resulullah yağmuru gördüğünde mübarek ellerini şerif yüzün ona döner ve şöyle derdi: "Bu daha yakın (karib) zamanda Rabbinden geliyor."

 

Allah kullarına yakındır, dualarını işitir, halleri ona gizli kalmaz. Bundan dolayı Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sizin dua ettiğiniz, çağırdığınız, size bineğinin boynundan daha yakındır. Onlara önlerinde duyularıyla idrak ettikleri şeyden misal vermiştir. Bu yakınlığın alameti, ifadesidir. Yoksa mekan ve zaman değildir. Bundan dolayı şöyle buyurur: "Biz ona şah damarından daha karib (yakınız )."(Kaf, 16), "Fısıldaşan üç kişi bulunmasın ki O (Allah) dördüncüleri olmasın, beş kişi bulunmasın ki o altıncıları olmasın, beş kişi bulunmasın ki o altıncıları olmasın,"(Mücadele, 7), "Muhakkak ki Allah ihsan edenlerle beraberdir. "(Ankebut, 69) İki beraberlik arasında bariz fark vardır. Ihsan edenlerle beraberliği hideyate, riayet ve yardım iledir. Başkalarıyla beraberlik ise onları kuşatma, bilme, kudret iledir.

 

İbnü'l-Arabi (rahimehullah) der ki: Mezhebimiz mensuplarından birçok kişi bana Ebü'I-MealI Abdulmelik b. Abdullah b. Yusuf el-Cüveyni (rahimehullah)'den anlattı. Kendisine soruldu: Bari Teala bir cihette (tarafta) mı? Dedi ki: Hayır. O bundan çok yüce, münezzehtir. Denildi ki: Delili nedir? Dedi ki: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in şu buyruğudur: "Beni Yunus b. Matta'dan üstün tutmayın." Ona dedi ki: Delil yönü nedir? Dedi ki: Şu adam bin dinar alıp onunla borcunu ödemedikçe söylemem. İki adam kalkıp dediler ki: Bin dinar bizde (ödemesi bize ait) Dedi ki: Olmaz. Para için iki adama gitmesin, yorucu olur. Biri dedi ki: bana ait. Cüveyni (rahimehullah) dedi ki: Yunus b. Matta kendini denize am, balık da onu yuttu. Denizin ortasında karanlıklar içinde nida etti: "Senden başka İlah yoktur. Seni tüm noksanlıklardan tenzih ederek tesbih ederim. Muhakkak ki ben zalimlerden oldum."(Enbiya, 87) Yüce Mevla onu bize böyle anlattı. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) de yeşil Refref'in üstünde onu yükselttiğinde nihayet kalemlerin ılığını (yazım sesini) duyacak noktaya ulaştığında, Rabbiyle münacat ettiğinde ve önemli hükümleri vahyettiğinde Allah'a denizin karanlığında balığın karnında olan Yunus'tan daha yakin değildi.

 

Şöyle de denilir: Falanın, falan nezdindeki makamı karib (yakın ) dır.

 

Yani onun nezdinde değerlidir. 'Karib' aynı zamanda akraba manasında kullanılır. Buna itiraz olarak sahih hadiste şu ifadeler gelmiştir denilmez: Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: Allah Teala der ki: Ben kulumun hakkımdaki zannı üzereyim. Ben onunla beraberim.

 

Beni zikrederse beni kendi nefsinde zikrederse bende onu kendi nefsimde zikrederim. Beni bir toplulukta zikrederse bende onu onlardan daha hayırlı bir toplulukta zikrederim. Bana bir karış yaklaşsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim."

 

Çünkü biz bunu diyoruz: Bunların hepsi Allah'a yakın olmak için taat işleyen kimsenin misali olarak anlatılmıştır. Allah'ın az da olsa hiçbir ameli zayi etmeyeceğine delalet eder. Bilakis kabul eder, sevabını verir, rahmetini çarçabuk gönderir. Bu hadisten ancak anlayışında hamr (içki) ile başka içecekleri eşit tutan, şeytanın aklını istila edip aldattığı kimseler ayakla yürümeyi anlarlar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah'tan haber vererek der ki: "Kulum bana kendisine farz kıldığım amellerden daha çok sevdiğim bir amelle yaklaşamaz. Bana nafilelerle de yaklaşmaya devam edip durur. Nihayetinde onu severim. Onu sevdiğimde onu gören gözü işiten kulağı olurum." Bu ilim tahsil etmiş ulema nezdinde en latif en hoş, teşbihden uzak tevhidde sağlam temsillerdendir. O da şudur: Hak, nafilelerle amel edeni öyle kuşatır ki artık ondan başka kimseden bir şey aktarmaz, söylemez, nimetlerini, lütuflarını anlatır, kullarını kaplayan minnetlerini dile getirir. "Onunla işitmenin, onunla konuşmanın" manası budur. Ona bakan onu kalbiyle ancak bir olarak görür. Çünkü baktığı şeyde onun hikmetinin inceliklerini, kudretinin tecellisini görür. Şair ne güzel söylemiş:

 

Her şeyde onun bir delili vardır. Delalet eder ki Allah birdir.

 

Ebu Osman el-Cebri' Kendisine bu hadisin manası sorulduğunda şöyle dedi: Manası: onun ihtiyaçlarını takdir edip vermekte kulağının sesi işitmesinden, gözünün baktığını görmesinden, elinin dokunduğunu kavramasından, ayağının yürümedeki adımından daha hızlı olurum.

 

Derim ki: Her mükellefin, Allah'ın mümin kullarına karib (yakın) olduğunu, her hallerine şahit olduğunu, onlardan gaip olmadığını, göklerde ve yerde hiçbir şeyin ona gizli kalmayacağını bilmesi vaciptir. Sonra da Allah'a farzlarla, nafilelerle yakın olmaya çalışmalıdır. Allah'ın kullarına da ihtiyaçlarını görerek, işlerini hallederek yakın olmalıdır. Rabbinin yakın olduğunu, sırrı ve sırdan daha gizli olanı bildiğini bilen duada ve zikirde sesi yükseltmenin faydası manası nedir? Nitekim birtakım cahiller, aptallar böyle yapmakta tabilerine de bunu emretmektedirler. Kur'an'da ise "Kef, he, ya, ayn, sad. Bu Rabbinin kulu Zekeriya'ya ihsan ettiği nimetin zikridir. Hani o rabbine sessizce seslenmişti."(Meryem, 1-3) buyurulur. Onu övmüş, methetmiştir. Yine şöyle buyurur: "Rabbinize yakararak ve gizlice (sessizce) dua edin. "(A'raf, 55) bu bir emirdir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da "kendinizi zorlamayın" buyurmuştur.

 

Kays b. Ubad dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ashabı üç yerde sesi yükseltmeyi kerih görürlerdi. Savaş esnasında, cenazede, zikirde: Hasan el-Basri (rahimehullah) de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'ın ashabından, onların cenazelerde, Kur'an okurken, savaşta sesi alçaltmayı müstehab gördüklerini anlatır. Alimlerin de görüşü bu yöndedir. Ancak hakkında delil kaim olan meseleler müstesnadır. Hacda telbiye, ezan, hutbe. Birde maslahatın gerektirdiği duruma göre ses yükseltilebilir. Hadiste nakledildiğine göre, Ebu Bekr (r.a.) kısık sesle Kur'an okur, Ömer (r.a.) ise sesini yükseltirdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu sorunca Ebu Bekr (r.a.) dedi ki: Ben konuştuğum zata duyuruyorum. Ömer (r.a.) de dedi ki: Uyuyanı uyandırıyor, şeytanı kovuyor, Rahman'ı zikrediyorum. Her iki gaye de güzeldir.

 

Vaizlerin minberlerde, kürsülerde beldeler arası seyahat edenlerin yaptığına gelince; nitekim bunlardan bazılarının kaldığı bir beldeden çıkarken yanındakilere tekbir getirmelerini söylediğini gördük. Beldeden çıkınca susuyorlar. Bir başka beldeye yaklaşınca bu sefer tekrar yüksek sesle tehlillere başlıyorlar. Bu tür amelleri dinde bid'attir, İslam alimlerinin dediğine muhaliftir. Böyle bir davranış, ihlastan çok riya'ya yakındır. Gayeleri şöyle yaparak insanların mallarını yemek, onları sömürmek. Herkes de onlara saygı gözüyle baksın. Allah sırların yoklanacağı gizli hallerin ortaya çıkarılacağı gün niyetlerin ne olduğunu çıkaracaktır.

 

Allah lütfu, minneti ve rahmetiyle kalplerimizi ıslah etsin.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

19- EL-MUHİT