EL-ESNA Fİ ŞERHİ ESMAİLLAHİ’L-HÜSNA VE SIFATİHİL ULYA |
8- Zü’L-ARŞ |
Allah Teala buyuruyor ki: "Dereceleri yüksek olan
(yükselten), Zül-Arş (Arş'ın sahibi)."(Ğafir,
15) "O bağışlayan, Vedud olandır. Zü'l-Arş (arşın sahibi) Mecid
olandır."(Buruc,14-15)
Bu isim de ululuk manasına dönmektedir. Arşın etrafında saf tutanların
tazimini, ibadetini gaye edindikleri zattır. O, bir olan mabuddur,
bir olan meliktir. Ondan başka İlah yoktur. Arş, şerefli, kerim, azametli bir mahluktur. üstünde hiçbir mahluk bulunmamaktadır.
üst kenarında adem (mutlak yokluk) bulunur. Alt
kenarında ise cennet vardır. Arş cennetin çatısıdır. Ebu
Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Allah'tan istediğinizde Firdevsi isteyin. Zira orası cennetin en güzel, en üst
mertebesidir. üstünde Rahman'ın arşı vardır. Cennet
ırmakları oradan fışkırır."
Mahiyetine gelince bu
konuda ihtilaf edilmiştir. Alimlerden bazısı susmayı
bazısı konuşmayı tercih etmiştir. Arş hakkında yorum yapanlar birkaç gruptur.
Bir kısmı, "Arş cisimdir, sema gibi cansızdır." Demişlerdir. Bir
kısmı ise "Cisimdir, insan ve melek gibi canlıdır." demişlerdir.
Canlıdır diyenler Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in, "Arş Sad
b. Muaz (r.a.)'ın ölümünden
dolayı titredi, sarsıldı." Sözünü delil getirmişlerdir. Dediler ki:
Titremenin, sarsılmanın manası sevinmek mutlu olmaktır. Bu duygu ise yalnız
canlı varlıklarda bulunur.
"Arş canlı
değildir" diyenler dediler ki: Hadisin manası, Arşın melekleri titremiştir.
Allah da Sad (r.a.)'ın
şanını tazim için Arş'da bir kıpırdama yaratmıştır.
İbn Meserre (rahimehullah)
de onda Eş'ari'lerin mezhebine muvafık olmayan bir
şey demiştir. İbn Hazm (rahimehullah) da şunu iddia eder: Arş dokuzuncu telektir
(yörüngedir). Kur'an'da onu taşıdığı söylenen sekiz,
sekiz telektir. Bunlar yedi kat gök. Kürsi de
sekizincileridir. Her semanında bir meleği vardır. Aynı şekilde Kürsİ. Bu sekiz teleğe cennet kapıları açılır. Arşı da
canlı bir cisim saymıştır. Kürsi'yi de öyle. Her
semayı da aynı şekilde canlı saymıştır.
İbni Meserre (rahimehullah)
dedi ki: Arş, cisim değildir. Kürsi de değildir.
Bilakis ikisi gökler üzerinde yaratılmış nurani varlıklardır. Arş da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in "O, Allah'ın ilk yarattığı varlıktır."
diye tabir ettiği arştır. Oradan kullara akılları dağıtılır. Kürsi'den de düşünen, düşünmeyen her canlının canı
dağıtılır.
Akleşi (rahimehullah) dedi ki: Bunların
hepsi hiçbir delili olmayan iddialardır. Hepsi gaybi
meselelerdir, hakkında kati bir bilgi yoktur. Söyledikleri her şey zandır,
tahmindir. Teslimiyete sarılan veya Allah'ın hakikate muttali kılıp da
konuşmayan muvaffak olmuştur. Arap dilinde arş, taht, yatak demektir.
"Onun büyük bir arşı vardır."(Neml, 23)
buyruğundan bu manadadır.
Ümeyye b. Ebis-Salt da şöyle demiştir.
Allah'ı yücelt! Yüceliğe
layıktır
Rabbimiz, gökte (yüce)
çok büyüktür
Mahlukattan önceki büyük bilgi
Semayı da serir (taht, yatak) yapmakla
İbn Berrecan (rahımehullah)
dedi ki: Yatak ( taht) Allah'ın şeri isimlerinden
değildir. Bunu bil. Bunu Allah'a, sıfatlarından veya isimlerinden herhangi
birine şeriatta gelen isimlerden başka isimler vermemiz kesinlikle caiz
değildir. Allah'ın tavanı, Kürsi içinde minber,
meclis, menzil (konak) demek caiz değildir. Bunlardan hiçbiri Allah'tan veya Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den nas bulunmadıkça
sıfat olarak kullanılmaz.
Aynı şekilde Allah'ın
Arapça olmayan bir isimle zikredilmesi caiz değildir. Ancak biri Arapça ile
zikredemiyorsa zaruretten müsaade edilir. Tabi bu konuda, iki lafzın da
manasını tamamen kuşatmalı ve manalarının birebir olduğunu bilmelidir. Sakın
hatırına, Bari Teala'nın Kürsi'ye
bir şeye muhtaç olduğu gelmesin. Bilakis her şeyona
muhtaçtır. O, herhangi bir şey üzerinde bulunmaz, hiçbir şey de onun zatı
üzerinde bulunmaz.
Derim ki: Burada ve de
kitabımızın sonunda "Rahman arşa istiva etti."(Taha, 5) Buyruğunu
izah ederken dikkat çektiğimiz üzere bu konuda hak olan mezhep budur. Arş'ı
zatına izafet etmesi, değer ve kerem atfetmek içindir. Çünkü arş mahlukatın en büyüğü en şereflisidir. Allah Teala da mescitleri, özellikle de Mescid-i
Haram'ı kendine nispet etmiştir. "Evimi temizle."(Hac, 26)
buyurmuştur. Ebu Zer hadisinde de Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur: Ey Ebu Zer! Kürsi
ile beraber yedi kat gök ancak uçsuz bucaksız bir araziye atılmış bir halka
gibidir. Arş’ın Kürsi'den büyüklüğü de arazinin
halkadan büyüklüğü oranındadır. Acurri (rahimehullah) rivayet etmiştir.
Bazı haberlerde şöyle
geçer. Meleklerden bir melek dedi ki: Ya Rabbi! Ben arşı görmek istiyorum. Bana
kuvvet ver ki, Arş'a yetişirim umuduyla uçayım. Allah ona otuz bin kanat
yarattı. Otuz bin yıl uçtu, Allah dedi ki: Zirvesine ulaştın mı? Dedi ki: Henüz
arşın ayaklarından bir ayağı bile geçemedim. Tekrar eski yerine dönmek için
izin istedi. Kuşeyri (rahimehullah)
zikretmiştir.
Arapların dilinde Arş,
madde de olur, manada olur. Kur'an'da: "O
kadının büyük bir tahtı (arşı) vardır."(Neml
23), "Arşını tanıyamayacağı hale getirin."(Neml
41), "Ana-babasını arşa çıkardı." Arş: Evin tavanında da denir.
Ayağın arşı, parmakların ve ayağın üst tarafıdır. Simak
(çoban yıldızı) arşı: Delta yıldızının altında yer alan dört büyük yıldızdır.
Kuyunun arşı: Ağer taş ile inşa edildikten sonra
üzerine kurulan ahşap çardaktır.
Çardağa da arş denir,
çünkü altında gölgelenilir. Eve de arş denir, çünkü sakini için barınaktır.
Aynı şekilde arş, mülk ve otorite manasında kullanılır. Mülk ve iktidarını
kaybeden kimseye, "Arşı gitti" derler.
Şair Züheyr
şöyle der:
Arş'ı yıkılan Abs'ın imdadına yetiştiniz.
Zübyanın da neredeyse ayakları kayıyorken.
Başka bir şair de şöyle
der:
Sizler İbn Hamte, İbn
Matik ve Harislilerden sonra ...
ArşIarından (iktidarlarından) sonra...
Bir kurtuluş mu
umuyorsunuz.
Bir başka şair de şöyle
demiştir:
Öyle bir arşa nasıloldu ki, kimse erişmemiş Ne cin ne insan ne de
kıpırdayan bir varlıktı.
Bundan dolayı bazı alimler Allah Teala'nın,
"Rahman Arş'a istiva etti." buyruğu hakkında demişlerdir. Manası:
Rahman mülkün hepsinin üstüne istiva etmiştir, yani galip gelmiş, hükümran
olmuştur.
Şair şöyle der:
Biz onlara karşı galip
gelip istiva edince
Onları kurda kuşa yem
birer leş bıraktık.
İstivanın lügat manası, uluvv, yükselmektir. Alimlerin istiva
hakkında on dört farklı izahı vardır. Bu bir tanesidir. Diğerleri ilerde
gelecektir. Bu görüş de tartışmalıdır. İzahı gelecektir. Bu görüş
"Cihet" hususunu da nefyeder. Mütekaddim ve
müteahhir alimlerin
çoğunluğu "cihetin" reddi görüşündedirler. Onlara göre yukarı doğru
bir cihette değildir. Çünkü onlara göre bir cihette olan mutlaka kendisini
sınırlayan bir mekanda olmalıdır. Mekan ve sınırla çevrili olan için
hareketlilik, hareketsizlik ve hadislik (yaratılmış olma) vacip olur. ilk dönem
ulema ciheti nefyetmez, fakat keyfiyeti nefyederlerdi. Bazıları şöyle der:
İstiva, habere dayalı
bir durumdur. Aklın onda hiç bir dahli yoktur.
Burada vacip olan durmak
ve iz aha girmemektir. Aynı izahı bazıları "İlahın yukarda olması
meselesi." için yapmışlardır: Bunlar habere dayalı hususlardır. Haberde varid olan şeklinden öte bir izahı yoktur. Bu hadis
imamlarının seleflerinin mezhebidir. ümmü Seleme'den şöyle dediği aktarılır: İstiva, keyfiyeti
bilinmeksizin sabittir. Bu aynı şekilde Malik b. Enes'in mezhebidir. Malik (rahimehullah) der ki: İstiva malum, keyfiyeti meçhuldür.
Buna iman vaciptir. Hakkında soru bid'attir.
Abdullah b. Vehb der ki: Malik b. Enes (rahimehullah)'in
yanın daydık, bir adam girip dedi ki: "Nasıl istiva etti. Dedi ki: Malik (rahimehullah) bir an durdu, boncuk boncuk
terledi. Sonra kafasını kaldırdı ve şöyle dedi: "Rahman Arş'a istiva
etti." kendini nasıl vasfetmişse öyledir.
"Nasıl" denilmez. Onun için "nasıl" sorusu söz konusu
değildir. Sense bid'at ehli kötü bir adamsın. Bunu
dışarı atın. Dedi ki: Adam dışarı çıkarıldı.
Şeyh Ebü'l-Hasen el-Eş'ari (rahimehullah) der ki: Ben O'nun Arş'a istiva etmiş olduğunu
ispat eder, yaratılmış olmasını gerektirecek her istiva şeklini de nefyederim.
Bir izahı daha vardır: O arşın üzerinde bir eylem yapmıştır, bu eyleme (fiile)
"istiva" demiştir. Alimlerimiz dedi ki: İlk görüşünün aynısını Taberi (rahimehullah), İbn Ebu Zeyd
(rahimehullah), Abdulvahhab
(rahimehullah), bir gurup fıkıh ve hadis hocası
benimsemişlerdir.
Beyhaki (rahımehullah) der ki: İmam Şafii
(r.a.)'nin mezhebi de bu usul üzeredir. Ahmed b. Hanbel (rahımehullah), Hazan b. Fadl el-Belhı (rahimehullah), Müteahhir ulemadan Ebu Süleyman
el-Hattabi (rahımehullah)
de bu görüştedir. Derim ki: Bu aynı zamanda Kadı Ebü'l-
Tayyib (rahımehullah )'in Temhidü'l-eva'il, üstad Ebu
Bekr b. Furek (rahımehullah) 'in Şerhu Eva'ili'l-edille'de ki
görüşleridir.
Kadı (rahimehullah) der ki: Biri derse ki: O, neredendir? Denilir
ki: Nerede? Mekan ile alakalı bir sorudur. O, ise mekanın ihtiva ettiği varhklardan değildir. Şu var ki şunu deriz: O, arşının
üzerindedir. Ancak bir cismin başka bir cismin üzerinde olması şeklinde
değildir. Allah, böyle vasfedilmekten yüce ve
münezzehtir.
Derim ki: Bu görüş, Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr (rahimehullah), Ebu Ömer et-Talmenki (rahımehullah) ve başka Endülüs'lü
Alimlerin görüşüdür. Binaenaleyh Ebu Ömer b. Abdi'l-Berr (rahımehullah)'in
et- Temhid ve el- İstizkar
eserlerindeki kelamını tevil edip bundan, "Allah arşının üzerinde bir
cismin başka bir cisim üzerinde karar kıldığı gibi karar kılmıştır (oturmuştur)
gibi bir mana anlarsa hata eder ve ona söylemediğini söyletmiş olur. Allah ona
yeter.
Ebü Ömer dedi ki: Nuaym b. Hammad şöyle dedi: Zatıyla ve Kürsi'si
üzerine iner. Bu Ehl-i Sünnet alimlerine göre hiçbir
şey değildir. Çünkü bu bir keyfiyet izahıdır. Onlar da ellerinden geldiğince
bundan kaçarlar. Çünkü keyfiyet ancak gözle kuşatılan varlıklar için söylenir.
Allah ise bundan çok yüce çok münezzehtir. "Allah'ın herhangi bir
keyfiyet, tahdit, izah olmaksızın arşı üzerinde olduğuna bir takım ayet ve
hadislerle delil getirmiştir. Ondan önce İmam Ebü'l-Hasen el-Eş'ari (rahimehullah) "el-Mucez"
adlı kitapta bunları delil getirmişti.
Multezile ise şunu iddia etti: Allah her şeydedir. Onların bu görüşü Hristiyanların görüşünü kabul etmeyi gerektirir. Sonra
onlara reddiye vermeye girişti. Daha sonra "Arşa istiva etti."
hakkında iki mana zikretti: 1- Biri derse ki: Size göre "istiva"
nedir? Deriz ki: O, kendisiyle Arş'a istiva etmiş olduğu bir fiildir. Sonra
ikinci bir görüş aktardı.
Sonra Ebü'l-Hasen (rahimehullah)
şöyle dedi: Birincisine cevabım, şudur. Allah arşına istiva etmiştir.
üzerindedir. Arş'la bir teması yoktur. Şu manada: Mekanlarda olmaz, üzerinde
hiçbir şey bulunmaz. Mahlukat ile cisimlerde olduğu şekliyle bir teması yoktur.
Ebü'l-Hasen (rahimehullah)
bölümün sonunda, Mu'tezileyle tartışmaları, Allah'ın
arşın üzerinde olduğunu ifade eden ayet ve haberlerin ardından kendi kitabında
kendini anlatırken dedi ki: Müslümanlar duada semaya ve yukarı tarafa
yönelirler, yere doğru yönelmezler. Bu konuda icma
etmişlerdir.
Derim ki: Şeyh Ebü'l-Hasen (rahimehullah)'ın kelamı budur. İbn Abdilberr (rahimehullah)'in
nakledip birçok alimin delil getirdiği izah da budur: Allah -zikrettiğimiz
şekliyle- arşın üzerindedir. Beni bunu anlatmaya iten sebep birçok usulcü ve
cahil fıkıh çı Ebü Ömer
hakkında, oturan bir haşevi, açık bir mücessim olduğunu söylemektedir. Hatta bazı hocaların
karşılaştığı kimselerden nakletti. Şöyle demiş: Bu sayfaların kitaplarından
koparılması veya silinmesi gerekiyordu.
Bu yorumlarda ancak
alimlerin ne dediğini bilmemekten yani cahillikten kaynaklanan bir yüklenme
vardır. Halbuki yapması gereken beyan etmek, izah etmek ve öğrenmektir. İşte
İmam Tirmizi (Ebu Isa).
Kitabında Malik b. Enes (rahimehullah)'ten, Süfyan b. Uyeyne (rahimehullah)'den ve Abdullah b. Mübarek (rahimehullah)'ten bu hadisler hakkında sıfat hadislerini
kastediyor. Şöyle dediklerini aktarır: Keyfiyet yorumunda bulunmadan tasdik edin.
Ehl-i Sünnet vel-Cemaat'ın ilim ehli alimlerinin dediği de budur.
Hattabi (rahimehullah) Şi'arü'd-din'de şöyle der: Müslümanların genelolarak Rablerine dua ederken, yakarırken ellerini göğe
doğru kaldırma gibi bir adetleri olmuştur. Bunun kaynağı onlar nezdinde dua
ettikleri zatın gökte olduğunu bilmeleri ve bu bilginin aralarında yaygın
olmasıdır. Derim ki; Sema, Kerim bir yere şerefli bir mekan olunca; zira
fazileti belirleme, takdirleri icra vahyinde indiği yerdir, böyle olunca oraya
yönelmek namazda kıbleye yönelmek gibi olmuştur.
Yukarıda olma, yükseklik
manası ifade eden ayet ve haberlere gelince her biri buna delalet eden ismin
izahında ve de "Rahman arşa istiva etti."(Taha, 5) "Sonra
yaklaştı."(Necm, 8) başlıkları altında
gelecektir. Allah'ın mutlak olarak müstağni olduğunu bilen Onu, mekandan,
zamandan ve cihetten tenzih eder. Selef mezhebini tutan kimse ise ona yakışan,
tefsirlerine teviHere, delil getirmelere girmekten
uzak durmaktır. Selef imamları bu metod üzere
bitmişlerdir.
Hem say hem mezhep
olarak Eş'ari olan hocamız Amir b. Yahya b. Rebi el-Eş'ari (rahimehullah) şöyle derdi: Allah Teala
hakkında hatalı olma ihtimali bulunan ifadeyi kullanmak caiz değildir. Ancak
hakkında nas varid olanlar
müstesnadır. Ancak caiz olanla mümteni olanı
birbirinden iyice ayırtettikten sonra. Sakın ola ki
tenzih seni tatile sürükleyip nefiyde aşırı gitmeyesin. Nitekim Batıniler böyle
yapmışlardır. Bazı taifeler şöyle der: Bari Teala
için "vardır" diyemeyiz. Çünkü öyle dersek teşbih yapmış oluruz.
Böyle bir soruyla muhatap olduklarında; "O, yok değildir." derler.
Böyle bir anlayışın benzeri hakkında Allah Teala:
"Ey Kitap ehli! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Allah hakkında hak olandan
başkasını söylemeyin."(Nisa, 171)
Hocamız dedi ki: Bizler
"Celaline layık şekilde arşına istiva etmiştir." dediğimizde bu bir
mekan isnad etme, bir teşbihde
bulunmadan uzaktır. Bilakis manası, Arş'ı üzerinde kendisini "istiva
eden" olarak ifade ettirecek bir fiil yaptı. Kendi hakkında "yaratan,
rızık veren" diye haber vermiştir. Bundan da
yine bir mekanda bulunma zorunluluğu gerekmez. Eğer Allah'ın yaratmış olduğu
bazı varlıklar tahdit edilemiyor gerçek mahiyeti bilinemiyorsa; Nitekim şöyle
buyuruyor: "Hiç kimse onlar için saklanan göz aydınlığı verecek (mükafatın
mahiyetini) bilemez.(Secde,17) Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da:
Allah Teala der ki: Salih kullarıma ne gözün gördüğü
ne kulağın işittiği ne de bir beşerin hatırına gelen (mükafat)
hazırladım." Evet mahlukatından bu bir kısım böyle ise bunları yaradan
nasıl idrak edilsin. Nasılolur da her şeyin rabbi bir
beşerin hayalinde canlandırılsın. O, her türlü ortaktan, benzerden, denkten
münezzehtir. Bazılarına bu manada bir şey soruldu. O da şöyle bir cevap verdi:
Zihnine veya hayaline ne şekilde tasavvur ederse bil ki Allah ondan farklıdır.
Tirmizi (rahimehullah)'nin Ebü Hüreyre
(r.a.)'den rivayet ettiğine göre şöyle dedi: Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ashabıyla beraber oturuyorken,
üzerlerine bir bulut geldi. Allah'ın Nebisi şöyle buyurdu: "Bunun ne
olduğunu biliyor musunuz?" dediler ki: Allah ve resülü
daha iyi bilir. Buyurdu ki: bu buluttur. Yeryüzünü sulayan kaynaklardır. Allah
bu bulutları ona şükretmeyen ona dua etmeyen bir kavme sevkeder."
Sonra şöyle dedi: üstünüzde ne var biliyor musunuz? Dediler ki: Allah ve resülü daha iyi bilir. Buyurdu ki: Bu semadır. Korunmuş bir
tavan, üzerinize düşmekten alıkonulmuş dalgalardır. Sonra şöyle dedi:
Bu sema ile aranızda ne
kadar var biliyor musunuz? Dediler ki: Allah ve Resulü daha iyi bilir. Buyurdu
ki: Onunla aranızda 500 senelik mesafe vardır. Sonra dedi ki: Onun üzerinde ne
var biliyor musunuz? Dediler ki: Allah ve resulü daha iyi bilir. Buyurdu ki:
Sema ikisi arasındaki mesafe 500 yıldır. Sonra yedi semayı saydı. Her iki sema
arası 500 senelik mesafedir. Sonra şöyle dedi: Bunun üzerinde ne var biliyor
musunuz? Dediler ki: Allah ve Resulü daha iyi bilir. Buyurdu ki: bunların
üzerinde Arş vardır. Onunla sema arasında iki sema arasındaki uzaklık kadar
mesafe vardır. Sonra dedi ki: Altınızda olanın ne olduğunu biliyor musunuz?
Dediler ki: Allah ve Resulü daha iyi bilir. Buyurdu ki: Orası yerdir. Sonra
dedi ki: yerin altında ne var biliyor musunuz? Buyurdu ki: Onun altında başka
bir yer vardır. İkisi arasında beş yüz yıllık mesafe vardır. Sonra yedi kat yer
saydı. Her iki yer arasında beş yüz yıllık mesafe olduğunu belirtti. Sonra
şöyle dedi: Muhammed'in canı elinde olan'a yemin
olsun ki sizler en alttaki yere sarkabilseniz, Allah'ın üzerine iniş
yapardınız." Sonra "O, Evveldir, Ahir'dir. Zahir'dir, Batın'dır. Ve
O, her şeye Kadir olandır."(Hadid, 3) ayetini
okudu. Ebu İsa (Tirmizi)
şöyle dedi:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in ayeti okuması şunu ifade eder: O Allah'ın ilmi,
kudreti ve mülkü üzerine iniş yapardı. Zira O, kendini vasfettiği
üzere arşı üzerindedir. Dedi ki: Bu garip bir hadistir. Hasan da Ebü Hüreyre'den hadis
dinlememiştir.
Fahik Ebu Bekr
b. Berrecan (rahimehullah)
der ki: Arş, büyük bir mahluktur. Mahlukatın en üstte olanı en büyüğüdür. Her
şeyin merkezidir. Çünkü onun üzerinden kaza'nın hepsi, tedbirleri cümlesi sadır
olur. Onun üzerinden her şeyin kendisiyle var olduğu hüküm ve hikmetler gelir.
Yaratma, tedbir etme var etme, bu hikmet üzere var olur. Her şeyin kendisine
bağlı olduğu ulu ruh da ondan kaynaklanır. Her şeyin sebatı, bekası, düzeni Arş
iledir. Arkasında (yok olması) ise her şeyin fesadı ve yıkımı vardır. Allah azze ve celle de hepsinin
üstündedir. O'ndan başka İlah yoktur. Dolayısıyla Arş'ı tedbirin merkezidir.
Allah Teala şöyle buyurur: "Muhakkak ki, sizin rabbiniz
Allah'tır; Gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra Arş'a istiva eden, işin
hepsini (cümle işleri) tedbir eden, Allah'tır."(Yunus, 3) Arşın altı ise
tafsilat yeridir. Allah Teala şöyle buyurur:
"Sonra Arş'a istiva etti. Güneş ve Ay'ı musahhar
kıldı (hizmete verdi). Hepsi belli bir vadeye kadar akıp gider. İşi tedbir
eder, ayetlerini açıklar. Umulur ki rabbinizle buluşacağınıza, huzuruna
çıkacağınıza yakin ile iman ederseniz."(Ra'd, 2)
Göklerin altı ise tasrif (yani uygulamaların) yeridir: Allah Teala şöyle buyurur: "Doğrusu yağmuru memleketler
arasında taksim ettik ki, ibret alsınlar."(Furkan, 50)
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: