DELAİLU NÜBÜVVE |
TEBUK GAZVESİNE DAİR BÖLÜMLER |
Ka'b bin Malik ve iki
Arkadaşı
Ka'b kör olduğunda
oğulları arasında onun rehberliğini yapan Abdullah bin Ka'b'ın bildirdiğine göre
Ka'b bin Malik, Tebuk savaşından geri kalışını anlatırken şöyle demiştir: Bedir
savaşı hariç Tebuk savaşına kadar Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
katıldığı hiçbir savaştan geri durmadım. Bedir savaşından geri duranlar da
kınanmamıştır. Zira o zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kureyş
kervanını hedefleyerek çıkmıştı, ama Yüce Allah beklenmedik bir şekilde
Müslümanlarla müşrikleri (Bedir'de) karşı karşıya getirmişti. İslam dini
üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesinde Resulullah'la (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) beraberdim. Bedir savaşı insanları Akabe biatından daha fazla etkilemiş
olsa da Bedir'de bulunmayı Akabe'de bulunmaya tercih etmem. Tebuk savaşından
geri durduğumda hiç olmadığım kadar güçlü ve bolluk içindeydim. Zira o savaşa kadar
iki deveyi yanımda bir araya getirebilmiş değildim.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) bir yere savaşa çıkmak istediği zaman düşmanı şaşırtmak için mutlaka
başka bir yere çıktığını gösterirdi. Ancak bu savaşa çıkarken öyle yapmadı.
Şiddetli bir sıcakta uzun bir yolculuğa, çöl olan bir yere ve kalabalık bir
düşman üzerine yola koyuldu. Müslümanların savaş için hazırlanmalarını söyledi
ve gideceği yönü de bildirdi. Resulullah'ın da (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yanında büyük bir Müslüman topluluğu toplandı. O kadar kalabalıklardı ki büyük
bir kitap bile askerlerin adlarını kaydetmeye yetmezdi. Öyle ki Müslümanlardan
biri savaşa katılmasa Yüce Allah hakkında vahiy indirmedikten sonra fark
edilmeyeceğini düşünürdü.
Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) o savaşa meyvelerin olgunlaşıp gölgelerin de çoğaldığı bir zamanda
çıktı. Resulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte Müslümanlar da
savaş hazırlıklarını yaptılar. Ben de savaş hazırlığımı onlarla beraber yapmaya
çalışıyordum, ama hazırlık adına hiçbir şey yapamadan geri dönüyordum. içimden:
"Ben istersem hazırlığımı hemen yapabilirim" diyordum.
Hazırlanmam bu şekilde
uzayıp gitti. Sonra hazırlıklar bitip de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ve Müslümanlar tam olarak hazır olduklarında ben hala hazırlık adına
bir şey yapmamıştım. Kendi kendime: "Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bir veya iki gün sonra hazırlığımı bitirir ve onlara yetişirim"
diyordum. Yola çıktıkları zaman ben de hazırlığımı yapıp onlarla birlikte çıkmak
istedim, ama yine hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Bir daha denedim ve bir
daha boş olarak geri döndüm. Ben bu şekilde gidip gelirken Müslümanlar aceleyle
yola çıktı. Onlara yetişmek için ben de yola çıkmak istedim ve keşke böyle
yapsaymışım! Çıkmak bana nasip olmadı.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) savaşa çıktıktan sonra geride kalan insanların arasına çıkıp
dolaştığımda, münafık olduğu bilinen veya Yüce Allah'ın mazeretli saydığı zayıf
kimseleri görüyor ve üzülüyordum. Tebuk'e ulaşana kadar da Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yokluğumu fark etmemişti. Tebuk'te müslümanların
arasında otururken: ''Ka'b'a ne oldu'' diye sordu. Seleme oğullarından bir
adam: "Ey Allah'ın Resulü! iki hırkası ile sevdikleri onu savaşa
katılmaktan alıkoydu" deyince, Muaz bin Cebel: "Ne kötü söyledin!
Vallahi ey Allah'ın Resulü! Ka'b'ı ancak hayırlı olmasıyla tanırız!"
karşılığını verdi. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sustu.
Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaştan döndüğü haberi bana ulaştığında beni
sıkıntı bastı. Ona nasıl bir yalan söyleyeceğimi düşünüyor ve kendi kendime:
"Yarın geldiğinde öfkesinden nasıl kurtulabilirim" diyordum. Ailemden
aklı başında olanlardan bu konuda yardım da istedim. Resulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gelmek üzere olduğu söylendiğinde yalan benden uzaklaştı ve
içinde yalan olan hiçbir şeyle ondan kurtulamayacağımı anladım. Onun için ona
doğruyu söylemeye karar kıldım.
Sonunda Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ulaştı dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir
seferden döndüğü zaman ilk önce Mescid'e uğrar, iki rekat namaz kılar ve
Müslümanlarla otururdu. Yine öyle yaptığında savaşa katılmayanlar yanına
geldiler. Mazeret bildirmeye ve yeminler etmeye başladılar. Savaşa
katılmayanlar seksen küsur kişiydi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların
niyetlerine göre mazeretlerini kabul etti. Tekrar onlardan biat aldı,
bağışlanmalarını diledi ve içindekileri Yüce Allah'a havale etti.
Ben de yanına geldim.
Ona selam verdiğimde öfkeyle karışık bir tebessümle beni karşıladı ve: ''Gel!''
buyurdu. Yürüyerek gelip önünde oturdum. Bana: "Neden savaşa katılmadın?
Oysa bineğini bile satın almamış mıydın?'' diye sorunca şu karşılığı verdim:
"Ey Allah'ın Resulü! Senden başka birinin önünde dünyalık bir konu için bu
şekilde otursaydım mazeret sunarak onun öfkesinden kurtulacağımı düşünürdüm.
Sana ne söyleyeceğim konusunda çok çabaladım. Ama bugün sana, benden razı
olmanı sağlayacak şekilde yalanla konuşsam, Yüce Allah'ın seni benden yana
öfkelendirmesi pek uzak olmaz. Sana doğruyu söylesem bana karşı içinde
kızgınlığın olacak. Bu konuda Yüce Allah'ın bağışlamasını dilerim! Doğrusu
savaşa katılmamak için herhangi bir mazeretim yoktu. Vallahi seninle savaştan
geri durduğumda imkanlarım hiç olmadığı kadar iyiydi."
Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Bu adam doğruyu söyledi. Kalk ve git. Yüce
Allah'ın senin hakkındaki hükmünü bekle bakalım!'' buyurdu. Ben kalkınca Seleme
oğullarından bazı adamlar yanıma geldiler ve: "Vallahi bundan önce senin
bir günah işlediğini görmedik. Sen de savaşa katılmayan diğerleri gibi
Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mazeret gösteremez miydin?
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara yaptığı gibi sana da
bağışlanma dilemesi bu günahın için yeterdi" demeye başladılar. Böyle
diyerekten benim peşimden o kadar geldiler ki geriye dönüp kendi kendimi
yalanlamayı düşündüm. Sonra onlara: "Benim bu durumumla karşılaşan başka
birileri oldu mu?" diye sordum. "Evet! iki adam daha senin dediğin
şeyleri dediler. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sana söylediği
şeylerin aynısını onlara da söyledi" karşılığını verdiler. "O iki
kişi kim?" diye sorduğumda: "Murare bin er-Rabi' el-Amri ile Hilal
bin Umeyye el-Vakıfi" diyerek bana Bedir savaşına katılan salih ve örnek
iki adamı zikrettiler. Onların adlarını bana verdiklerinde ben de yoluma devam
ettim.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kendisiyle beraber savaşa katılmayanlar arasından bu üç
kişiyle Müslümanların konuşmasını yasakladı. Müslümanlar bizden uzak durdu ve
bize karşı farklı davranmaya başladılar. Her şey bana karşı yabancılaştı. Dünya
artık bildiğim dünya değildi. Bu şekilde elli gün geçirdim. Benle beraber olan
o iki arkadaşım evlerine kapanmış devamlı ağlıyorlardı. Bense onlardan daha genç
ve daha güçlüydüm. Dışarıya çıkıp Müslümanlarla namaz kılıyor, çarşıda
dolaşıyordum. Ama hiç kimse benimle konuşmuyordu. Namazdan sonra meclisinde
oturan Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelip selam
veriyordum. içimden de: "Acaba dudaklarını oynattı mı? Selamımı aldı mı?
Yoksa almadı mı?" diyordum. Ona yakın bir yerde namaz kılıyor ve gizlice
ona bakıyordum. Namazıma durduğum zaman bana bakıyor, ona doğru baktığımda ise
yüzünü çeviriyordu.
insanların bu tavrı beni
daralttığı bir zamanda gidip amcam oğlu ve en sevdiğim kişilerden biri olan Ebu
Katade'nin bahçe duvarına çıktım. Ona selam verdim, ama vallahi o selamımı
almadı. Kendisine: "Ey Ebu Katade! Allah için söyle! Yüce Allah'ı ve
Resulü'nü sevdiğimi biliyorsun değil mi?" dediğimde, sustu. Bir daha aynı
şekilde sorduğumda yine cevap vermedi. Tekrar aynı şekilde ant verip sordum. Bu
kez: "Yüce Allah ve Resulü bilir!" dedi. Bu cevabı üzerine gözlerim
doldu. Bahçe duvarını aşıp oradan ayrıldım.
Bir defasında çarşıda
gezerken Şam ahalisinden Medine'de satmak için gıda maddesi getiren bir
Nabati'nin: "Bana Ka'b bin Malik'i kim gösterir?" diye sorduğunu
duydum. insanlar da ona beni gösterince yanıma geldi ve Gassan kralından bana
bir mektup verdi ki okuma yazması olan biriydim. Mektupta şöyle yazıyordu:
"Bana ulaşana göre dostun (Muhammed) sana katı davranmış. Yüce Allah da
seni rahat bir mekanda kılmamış. Yakit kaybetmeden gel bize katıl, biz seni
teselli ederiz." Mektubu okuyunca: "Bu da karşılaştığım musibetlerden
biridir" dedim ve mektubu tandıra atıp yaktım.
O elli günlük sürenin
kırk günü geçmişti ki Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elçisi bana
geldi ve: "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karından ayrılmanı
emrediyor" dedi. Ona: "Boşayayım mı ne yapayım?" dediğimde:
"Boşama, ama ondan uzak dur ve ona yaklaşma" karşılığını verdi.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) diğer iki arkadaşıma da aynı şekilde
haber göndermişti. Karıma:
"Ailenin yanına
git! Yüce Allah bu durumum hakkında hükmünü verinceye kadar onlarda kal" dedim.
Hilal bin Umeyye'nin
karısı ise Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldi ve:
"Ey Allah'ın Resulü! Hilal çok yaşlı biridir ve hizmetçisi de bulunmuyor.
Onun hizmetini benim görmemi hoş karşılamaz mısın?" dedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Kal, ama ona yanaşma" buyurdu. Karısı da:
"Zaten kımıldayacak hali yok. Vallahi bu durumla karşılaştığından beri
ağlıyor" dedi. Ailemden bazıları bana: "Hilal bin Umeyye'nin
karısının, kocasına hizmet konusunda Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) izin istediği gibi sen de karın için Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) izin istesen" dediklerinde, ben: "Vallahi bu konuda
Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin isteyemem. izin istersem onun
bana ne diyeceğini bilmiyorum, üstelik te genç biriyim" karşılığını
verdim.
Bir on gün daha bu
şekilde geçirerek, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizimle
konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gün geçmiş oldu. Ellinci günden sonraki
ilk sabah namazını evimin damında kıldım. Yüce Allah'ın bizleri ayetlerinde
andığı gibi bir halin içindeydim. içim daralmıştı. Yeryüzü bana dar gelmişti. O
esnada Sel' dağının tepesinde birinin yüksek bir sesle: "Ey Ka'b bin
Malik! Müjde!" diye bağırdığını işittim. O an hemen secdeye kapandım.
Sıkıntımızın bittiğini, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabah namazını
kıldıktan sonra, Yüce Allah'ın tövbemizi kabul ettiğinin ilan ettirdiğini
anladım. Müslümanlar bizleri kutlamaya koşuştular. O iki arkadaşıma da
müjdeciler gitti. Müjdesini almak için biri atına binip yola koyulmuştu.
Eslemli biri de dağın tepesine çıkıp o şekilde bağırmıştı. Tabi ki adamın sesi
attan daha hızlı gelmişti. Sesini duyduğum adam yanıma müjde vermek için
varınca üzerimdeki giysimi çıkarıp ona verdim. Vallahi o günü başka giysim de
yoktu. Daha sonra iki parçalı bir elbise ödünç aldım ve Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gittim.
Müslümanlar beni akın
akın karşılıyorlar ve tövbemin kabulünden dolayı beni: "Yüce Allah'ın,
tövbeni kabul etmesi sana hayırlı olsun!" diyerek kutluyorlardı. Mescid'e
girdiğimde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturuyordu ve çevresinde de
insanlar vardı. Talha bin Ubeydillah koşarak bana sarıldı ve beni kutladı.
Vallahi Muhacirler içinde ondan başka beni kutlamak için kalkan olmadı.
Talha'nın bu davranışını hiç unutmam. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sevinçten parlayan bir yüzle: ''Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en
hayırlı haber sana kutlu olsun!'' buyurdu. "Ey Allah'ın Resulü! Bu haber senden
mi, yoksa Yüce Allah'tan mı?" diye sorduğumda: "Bilakis, Yüce
Allah'ın katından!" buyurdu.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir şeye sevindiği zaman yüzü bir Ay parçası gibi parlardı.
Bu halini biz de biliyorduk. Önünde oturduğum zaman: "Ey Allah'ın Resulü!
Tövbem kabul edildiği için tüm malımı sadaka olarak vermek istiyorum"
dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Malının bir kısmını
sende bırakırsan daha hayırlı olur" buyurdu. "O zaman Hayber'deki
hissemi elimde tutayım" dedim. Sonra: "Ey Allah'ın Resulü! Yüce Allah
doğru söylediğim için tövbemi kabul etti. Bunun için yaşadığım sürece
doğruluktan ayrılmayacağım! Zira doğru söylediği için Yüce Allah'ın kendisini
benim kadar sınadığı başka bir Müslüman tanımıyorum" dedim. Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), "En güzel denenmem buydu" dediğim
günden bu yana asla yalana başvurmadım. Bu günden sonra da Yüce Allah'ın beni
yalandan korumasını dilerim.
Sonra Yüce Allah
Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu ayetleri indirdi: "And olsun
ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalpleri kaymak üzere iken
Peygamber'e uyan Muhacirler ile Ensar'ın ve Peygamber'in tövbelerini kabul
etti. Tövbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul
etmiştir . Ve geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü,
genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı.
Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı.
Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü
Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir. Ey inananlar! Allah'tan sakının
ve doğrularla beraber olun.''[Tevbe 117-119]
Vallahi Müslüman
olduğumdan beri Yüce Allah bana, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
doğru söylememden daha büyük bir nimet ihsan etmemiştir. Zira ona diğerleri
gibi yalan söyleseydim ben de onlar gibi helak olacaktım. Yüce Allah vahyini
indirdiği zaman yalan söyleyenlere çok ağır ifadeler kullanmış ve şöyle
buyurmuştur: "Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için Allah'a yemin
edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının
karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız
diye, size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, yoldan çıkmış
kimselerden razı olmaz.''[Tevbe 95-96]
Biz üç kişi,
Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yeminler ederek mazeretler gösteren
ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onların biatlarını kabul
ettiği, onlara bağışlanma dilediği kişilerden olmadık. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bizim hakkımızdaki kararını Yüce Allah hükmünü verene dek
ertelemişti. Bunun içindir ki Yüce Allah ayetinde "Geri kalan üç
kişi" denilirken, savaştan geri kalanlar anlamında değil, yeminlerle mazeret
gösterenlerden ve bu mazeretleri kabul edilenlerden geri kalanlar
kastedilmiştir,
Buhari, Sahih'de Yahya
bin Bukeyr'den ve Müslim ise başka bir kanalla Leys'ten rivayet etmiştir.
Urve ile Musa bin Ukbe derler
ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) döndüğünde ve Medine'ye
yaklaştığında savaştan geri kalanların tümü kendisini karşılamaya çıktı. Bunun
üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına: "Size izin verinceye
kadar onlardan hiç kimseyle konuşmayın ve onlarla oturmayın)! buyurdu. Sonra
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve müminler bu kişilere sırt
çevirdiler. Hatta kişi babasına ve kardeşine bile sırt çevirdi. Hatta kadın
kocasına bile sırt çevirdi. Bu durum günlerce devam etmiş ve savaştan geriye
kalanlar bu duruma çok sıkılmıştı. Bu sebeple de Resulullah'a (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hastalık ve güçsüzlükle özür beyan etmeye başladılar. Bunun
üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara merhamet edip biatlerini
kabul etti ve onlar için bağışlanma diledi.
Musa bin Ukbe
rivayetinde şu ekleme yer almıştır: ibn Şihab dedi ki: "Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu gazvesinde Tebuk'a kadar vardı ve daha da
ileriye gitmedi. Orada on küsur gün bekledi. Söylenene göre bu savaştan geri
kalan münafıklar seksen küsur kişi idi. Bu savaş sonunda Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile anlaşma yapanlardan biri de Ezruh ahalisiydi. Allah'ın
Kitab'ında tövbelerini kabul ettiğini zikretmiş olduğu savaştan geri kalan üç
kişiyi de zikretti. Bunlar Ka'b bin Malik es-Sülemi, Hilal bin Umeyye el-Vakifi
ve Murara bin er-Rabi' el-Amri'dir. Urve'nin rivayetinde ise: "Murara bin
er-Rabi' el-Amiri" şeklindedir. Sonra her iki ravi birbirlerinden biraz
fazla biraz da eksiklikle Kab bin Malik'in kıssasını zikrederler. Fazla olan
kısmı Gassan hükümdarının isminin Cebele bin Eyhem olarak zikredilmesidir.
Ayrıca ravi bunların ailelerini bırakıp dağa çıktıklarını, çadırlar kurup gece
çadıra çekildiklerini, gündüz güneş altında Allah'a ibadet ettiklerini ve
rahipler gibi olduklarını zikretti.
Sonra Ka'b'ın Sel'a
dönüşünü zikretti. Ka'b gündüzlerini orada oruçlu olarak geçirir ve gece evine
gelirdi. iki kişi Ka'b'a müjde vermek için koşarak geliyordu. Biri diğerini
geçmişti. Ancak geride kalan Sel' dağına çıkarak: "Ey Ka'b bin Malik!
Müjdeler olsun, Allah tövbeni kabul etti. Allah hakkınızda ayet indirdi"
diye seslendi. Söylenene göre yarışanlar Ebu Bekr ve Ömer idi" Sonra da
Ka'b'ın kıssasını zikretti.
Sonra Resulullah'tan
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) geri kalanları ve yalan mazeretler uyduranları
zikredip: "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla
beraber olun. Medine halkına ve onların çevresinde bulunan bedevi Araplara
Allah'ın ResUlü'nden geri kalmaları ve onun canından önce kendi canlarını
düşünmeleri yakışmaz. İşte onların Allah yolunda bir susuzluğa, bir yorgunluğa
ve bir açlığa maruz kalmaları, kafirleri öfkelendirecek bir yere basmaları ve
düşmana karşı bir başarı kazanmaları, ancak bunların karşılığında kendilerine
salih bir amel yazılması içindir. Şüphesiz Allah iyilik yapanların mükafatını
zayi etmez. Allah, yaptıklarının karşılığını en güzel şekilde kendilerine
vermek üzere, az veya çok sarf ettikleri her şey, geçtikleri her vadi onlar
için yazılır" [Tevbe 119-121] ayetlerini okudu.
Bundan önce de nifak ile
Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geri kalanları zikredip:
"Allah'ın Resulüne karşı gelerek (sefere çıkmayıp) geri bırakılanlar,
oturup kalmalarına sevindiler. Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad etmek
hoşlarına gitmedi ve ‘‘Bu sıcakta sefere çıkmayın’‘ dediler. De ki:
‘‘Cehennemin ateşi daha sıcaktır.’‘ Keşke anlasalardı. Yaptıklarının cezası
olarak, bundan böyle az gülsünler, çok ağlasınlar"[Tevbe 81-82] ayetlerini
okudu.
Sonra mazeretli olarak
savaşa katılmayanları zikrederek: "Güçsüzlere, hastalara ve sarf edecek
bir şeyi bulunmayanlara, Allah ve Peygamber'ine bağlı kaldıkları müddetçe
sorumluluk yoktur. İyi davrananlara sorumluluk olmaz. Allah bağışlayandır,
merhamet edendir"[Tevbe 91] ayetini ve bir sonraki ayeti okudu.
Sonra özürsüz olarak
savaşa katılmayanları zikrederek: "Sorumluluk ancak, zengin oldukları
halde senden izin isteyenleredir. Bunlar, geride kalanlarla birlikte olmaya
razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık onlar bilmezler. Savaştan
döndüğünüzde size özür beyan ederler. Onlara de ki: ‘‘Özür beyan etmeyin, size
inanmayacağız, Allah haberlerinizi bize bildirmiştir. Allah da, Peygamberi de
işleyeceklerinizi görecektir. Sonunda, görülmeyeni ve görüneni bilen Allah'a
geri çevrileceksiniz. O, işlediklerinizi size haber verecektir.’‘ Yanlarına
döndüğünüz zaman, kendilerini rahat bırakmanız için size Allah adıyla yemin
edeceklerdir. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistir. Kazandıklarının
karşılığı olarak, varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden razı olasınız
diye, size yemin edeceklerdir. Siz onlardan razı olsanız bile, Allah o fasıklar
topluluğundan asla razı olmaz. Bedevilerin küfür ve nifakları her yönden daha
ileridir. Allah'ın, Peygamber'ine indirdiğinin sınırlarını bilmemek, onlara
daha layıktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir"[Tevbe 93-97]
ayetlerini okudu.
Cülas bin Süveyd,
Allah'ın savaşa katılmayanlar hakkında indirdiği ayeti işitince: "Vallahi
Muhammed'in dedikleri doğru ise biz eşeklerden de beteriz" dedi. Bunun
üzerine amcası oğlu Amr bin Kays: "Vallahi Muhammed (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) doğru söylemektedir ve sizler eşeklerden betersiniz. Vay haline,
Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geri kaldın ve nifaka daldın. Vallahi
bu sözlerini susup gizleyecek değilim" dedi.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) daha önce Süveyd bin es-Samit'e diyet ödemiş ve sadaka
malından vermişti. Amir bin Kays, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
gelip Cülas'ın dediklerini anlattı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
gelmesi için birini Cülas'a gönderdi ve gelince böyle bir şey söylemediğine ve
Amir bin Kays'ın kendisi adına yalan söylediğine dair Allah adına yemin etti.
Bunun üzerine Amir: "Allahım! Bu konuda Peygamber'ine açık ve net bir ayet
indir" diye dua etti. Bunun üzerine Yüce Allah: "Bir şey
söylemediklerine dair Allah'a yemin ediyorlar. Halbuki o küfür sözünü
söylediler ve müslüman olduktan sonra inkar ettiler. Ayrıca başaramayacakları
bir şeye giriştiler. Sırf Allah ve Resulü kendi lütfu ile onları zengin kıldığı
için intikam almaya kalktılar. Eğer tövbe ederlerse kendileri için hayırlı
olur. Şayet yüz çevirirlerse Allah onları dünyada ve ahirette can yakıcı azaba
uğratır. Artık onlar için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir yardımcı
vardır" ayetini indirdi. Bunun üzerine Cülas tövbe edip dediğinden geri
dönerek suçunu itiraf etti. Tebuk kıssası işte budur ve Tebuk gazvesi
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) son gazvesidir.
Lafız Musa bin Ukbe'nin
lafzıdır. Urve'nin rivayeti de aynı manadadır.
ibn Abbas der ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) odalarından birinin gölgesinde
oturuyordu. Yanında Müslümanlardan bir grup vardı ve neredeyse gölge üzerinden
çekilmek üzere idi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Size bir
adam gelecek ve size şeytanın gözüyle bakacaktır. (Geldiği zaman) onunla
konuşmayın" buyurdu, Bu sırada mavi gözlü bir adam geldi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) isimlerini de bildirerek: "Sen ve filan filan
arkadaşın neden bana sövmektesiniz?" buyurunca, adam gitti ve bu
arkadaşlarını getirdi. Bu kişiler özür dileyip böyle bir şey söylemediklerine
dair yemin edince, Yüce Allah: "Allah onların hepsini tekrar dirilttiği
gün, dünyada size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerinin
bir şey üzerinde bulunduklarını, sanacaklardır. İyi bilin ki onlar
yalancıdırlar"[Mücadele 18] ayetini indirdi.
israil bunu "Simak
- ikrime" kanalıyla ibn Abbas'tan rivayet etmiştir.
ibn Abbas der ki: "Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir gölgelikte oturuyordu ve neredeyse gölge
üzerinden çekilmek üzere idi." Sonrasında ravi mana olarak söz konusu
hadisi zikretti.
Ebu Mes'ud der ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hutbe verip hutbesinde Allah'ın
dilediğince şeyler zikrettikten sonra: "Ey insanlar! İçinizde münafiklar
var! Onun için kimin adını verirsem ayağa kalksın! Ey filan! Kalk! Ey filan!
Kalk" buyurdu ve bu şekilde otuz altı kişiyi kaldırdı. Sonra:
"İçinizden (münafık
olanlar) vardır! Onun için Yüce Allah'tan afiyeti dileyin'' diye devam etti.
Daha sonra Ömer bunlardan tanıdığı bir adamı yüzü örtülü bir şekilde görünce
ona: "Neyin var?" diye sordu. Adam Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) dediklerini haber verince, Ömer: "O zaman bu andan itibaren
Allah seni benden uzak tutsun" dedi.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: