DELAİLU

NÜBÜVVE

RESULULLAH'IN (S.A.V.) KATILDIĞI GAZVELER VE GÖNDERDİĞİ ASKERİ BİRLİKLER BÜYÜK BEDİR SAVAŞI

 

Bedir Günü Savaşın Başlaması ve Kızışması

 

Hz. Ali anlatıyor: Hicret ederek Medine'ye geldiğimiz zaman oranın meyvelerinden alıp yemeye başlayınca -alışkın olmadığımız için- midemizi bulandırdı ve bitkin düştük. Bu sırada Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bedir hakkında haber topluyordu. Müşriklerin yola çıktığını öğrenince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bedir'e doğru hareket etti ve oraya müşriklerden önce vardık. Orada, biri Kureyşli, diğeri Ukbe bin Ebi Muayt'ın kölesi olan iki kişiyi bulduk. Kureyşli olan kaçıp kurtuldu; ama Ukbe bin Ebi Muayt'ın kölesini yakaladık ve ona: "Gelen ordu kaç kişi?" diye sorduk. O: "Vallahi, onların sayıları çok ve güçleri pek çetin" dedi. O böyle söyleyince Müslümanlar onu dövmeye başladılar. Bu şekilde onu Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzuruna getirdik. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Gelen ordu kaç kişi?" diye sorunca, o: "Vallahi, onların sayıları çok ve güçleri pek çetin" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ordunun sayısını öğrenmek için uğraşıyor; ama adam da söylememekte direniyordu. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Günde kaç deve kesiyorlar?" diye sorunca, köle: "Her gün on deve kesiyorlar" cevabını verdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Öyleyse bunlar bin kişi, her yüze bir deve yeter" buyurdu.

 

Sonra gece olunca, hafiften bir yağmur yağmaya başlayınca ağaçların ve kalkanların altına girip korunduk. O gece Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbine dua ederek: ''Allahım! Eğer şu inanan topluluğu bu gün burada helak edersen - sana ibadet eden kalmayacağı için- artık sana' ibadet edilmez" diyordu. Sabah olunca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Ey Allah'ın kulları! Haydin namaza!" diye seslendi. insanlar ağaçların ve kalkanların altından geldiler. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize sabah namazını kıldırıp, savaşa teşvik etti. Sonra da: ''Kureyş ordusu işte şu dağın yanındaki kızıl tepeciklerin yanında'' buyurdu. Kureyş ordusu bize yaklaşınca biz de onların karşısında saf bağladık. Baktığımızda, kızıl deve üzerine binmiş bir adamın onların arasında gittiğini gördük. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Ey Ali! Hamza'ya seslen bu kırmızı devenin sahibi kimmiş bir baksını onlara ne diyor bir anlasın'' buyurdu. Hamza müşriklere en yakın olanımızdı. Sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer şu karşımızdaki toplulukta hayrı söyleyecek tek kişi varsa o da bu kızıl devenin sahibi olsa gerektir'' buyurdu. Hamza bakıp geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü! O Utbe bin Rabia imiş. Yanındakileri savaşmaktan vazgeçirmeye çalışıyor ve şöyle diyor: "Ey kavmim! Ben karşımızdakilerin ölümü isteyerek gelen bir topluluk olarak görüyorum. Onlara sağlam bir şekilde ulaşamayacağınızı sanıyorum. Ey kavmim! Bugün bu işi benim başıma bağlayın, benim üzerime yıkın ve ‘‘Utbe bin Rabia korktu’‘ deyin. Gerçi siz benim korkak olmadığımı biliyorsunuz." Ebu Cehil bunu işitince; "Bunu sen mi söylüyorsun? Vallahi bu sözü senden başka biri söyleseydi ona ‘‘(babanınkini) dişle’‘ derdim. Senin ciğerine ve içine korku dolmuş" dedi. Bunun üzerine Utbe de ona: "Sen bunları bana mı söylüyorsun bire kıçını sarartan herif! Bugün kimin daha korkak olduğunu az sonra göreceğiz" dedi.

 

Utbe, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid, Cahiliye taassubu ile meydana atılıp: "Karşımıza kim çıkacak?" dedi. Karşısına Ensar'dan gençler çıkınca, Utbe:

 

"Biz bunları istemiyoruz. Biz ancak bizimle amcaoğullarımız sayılan Abdulmuttalib oğullarıyla çarpışmak isteriz" dedi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kalk ey Ali, kalk ey Hamza, kalk ey Ubeyd bin el-Haris bin Muttalib!'' buyurdu. Allah, Rabia'nın iki çocuğu, Utbe ve Şeybe ile Utbe'nin oğlu Velid'in canını orada alıverdi. Ubeyde bin el-Haris de yaralandı. O gün onların yetmişini öldürüp yetmişini de esir aldık.

 

Ensar'dan küçücük boylu bir adam, Abbas bin Abdilmuttalib'i esir alıp getirmişti. Abbas: "Ey Allah'ın Resulü! Vallahi beni şu ufak herif esir almadı. Beni esir alan saçları dökük güzel yüzlü bir insan idi. Alaca bir at üzerine binmişti. Ama şimdi onu göremiyorum" dedi. Ensar'dan olan genç ise; "Ey Allah'ın Resulü! Onu ben esir aldım" deyince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona; "Sus sesini çıkarma! Allah seni kerim bir melek ile desteklemiş'' buyurdu.

 

Hz. Ali der ki: Abdulmuttalib oğullarından Abbas, Akil ve Nevfel bin el-Haris'i esir almıştık. --- Ahmed (1/117) Bakın: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye (3/277-278).

 

 

 

ishak bin Yesar'ın, Ensar'dan bazı ihtiyarlardan bildirdiğine göre şöyle dediler: Bedir günü Kureyşliler Umeyr bin Vehb'i gönderip: "Muhammed'in ashabının kaç kişi olduklarına bir bak" dediler. Umeyr atıyla ordunun etrafını dolaştıktan sonra Kureyşlilerin yanına dönerek: "Üç yüz elliden biraz fazla veya az görünüyorlar. Ancak şu vadide destek gruplarının veya tuzak olup olmadığına bir bakayım" dedi. Sonra vadiye gidip dolaşarak geri döndü ve şöyle dedi: " Bir şey göremedim. Ancak ey Kureyşliler! Develerin ölümü taşıdığını gördüm. Medine develeri kesin ölümü taşıyorlar. Medineliler öyle adamlar ki, kılıçlarından başka onlarla beraber ne bir koruyucu kuvvet, ne de bir sığınak vardır. Allah'a yemin ederim ki, sizden bir adam öldürmeden onlardan bir adamın öldürüleceğine inanmıyorum. Bu sebeple de onlar, kendi ölüleri sayısınca sizden adam öldürdükten sonra artık hayatta ne hayır kalır, varın düşünün!"

 

ibn ishak, önceki isnadla Bedir savaşını anlatırken şöyle dedi: Hakim bin Hizam, Umeyr'in dediklerini işitince insanların arasında dolaştı ve Utbe bin Rabia'ya gelip şöyle dedi: "Ey Ebu'l-Velid! Sen Kureyş'in büyüğü, efendisi ve liderisin. itaat olunan, sözü dinlenen bir adamsın. ister misin ki, sonsuza dek onların arasında hayır ile anılasın?" Utbe: "Nedir o? diye sorunca, Hakim:

 

"Milleti geri çevir ve müttefikin olan Amr bin el-Hadremi'nin kan bedelini yüklen" cevabını verdi. Utbe şöyle dedi: "Hadi yaptım. Sen bu işi, bana bırak. O, benim müttefikimdir. Onun diyeti ve malından giden şeyler bana aittir. O değil de ibn Hanzala'ya (Ebu Cehil'e) git. Çünkü insanların işini, ondan başka karıştırıp fesat çıkaracak başka birinden korkmuyorum." Sonra Utbe, kalkıp insanlara hitaben şöyle dedi: "Ey Kureyş topluluğu! Vallahi siz Muhammed ve ashabıyla karşılaşmakla bir şey yapamayacaksınız. Allah'a yemin ederim ki siz, eğer ona vurursanız, adam, bakmak istemediği bir adamın yüzüne bakmaya mecbur kalacak. Çünkü adam, ya amcasının oğlunu veya dayısının oğlunu yahut aşiretinden bir adamı öldürecektir. O halde geri dönün ve Muhammed'i diğer Araplarla baş başa bırakın. Onlar, eğer ona vururlarsa sizin istediğiniz zaten budur. Eğer bundan başkası olursa, o sizi bulur ve murad ettiğiniz şey konusunda ondan size bir zarar gelmez."

 

Hakim şöyle dedi: Ben Ebu Cehil'in yanına vardım ve şöyle dedim: "Ey Ebu'l-Hakem! Utbe beni şu ve şu sebeble sana gönderdi" dedim. Ebu Cehil, kibirlenerek şöyle dedi: "Muhammed'le ashabını görünce, Vallahi korkusundan Utbe'nin ödü koptu. Hayır, Vallahi bizimle Muhammed'in arasında Allah hükmünü verinceye kadar geri dönmeyiz! Utbe, böyle söyleyecek bir adam değildir. Ancak o, Muhammed ile arkadaşlarının deve yiyicileri olduklarını görünce, oğlunun da onlar arasında bulunduğunu anlayınca böyle dedi ki, sizi onlara karşı korkutsun."

 

Sonra Amir bin el-Hadramı'ye haber gönderip şöyle dedi: "Bu, senin müttefikindir. Milleti geri döndürmek istiyor. Halbuki sen onların senden aldığı intikamı gözünle görmüştün. O halde kalk, Kureyş'in sana olan ahitlerini ve kardeşinin öldürülmesini yüksek sesle duyur.

 

Bunun üzerine Amir bin el-Hadrami kalktı. Kendini gösterdi ve: "Ah Amr, vah Amr!" diye bağırdı. Bunun üzerine savaş kızıştı, insanlar sertleştiler. Savaşma niyetlerini kesinleştirdiler. Utbe'nin propagandasını yaptığı görüş, ters tepki doğurdu.

 

Utbe'ye, Ebu Cehil'in: "Vallahi, onun ödü koptu" şeklindeki sözü ulaştığında şöyle dedi: "Yakında altına pislemeyi görür. Bakalım, benim mi ödüm kopmuş, yoksa onun mu?"

 

Utbe, başına geçirmek için bir miğfer aradı. Başı büyük olduğundan dolayı askerler arasında başına uygun bir miğfer bulamadı. Hal böyle olunca başına, kendisine ait olan bir kumaş parçasını sarık olarak sardı. Kureyş'ten, aralarında Hakim bin Hizam'ın da bulunduğu bir grup müslümanlara ait su havuzuna gelince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bırakın da içsinler" buyurdu. O gün içlerinden suyu içen herkes öldürüldü. Sadece Hakim bin Hizam öldürülmedi ve daha sonra müslüman oldu. Hakim yemin edeceği zaman: "Bedir günü beni kurtaran Allah'a yemin olsun ki ... " derdi.

 

Esved bin Abdilesed su havuzunu görünce: "Vallahi ya gidip havuzu yıkacağım veya ondan önce (bu yolda) öldürüleceğim" dedi. Esved, kötü ahlaklı biriydi. Havuza doğru geldiği zaman karşısına Hamza bin Abdilmuttalib çıktı. Karşılaştıkları zaman Hamza, ona bir darbe indirerek ayağını baldırının yarısıyla birlikte kopardı. O ise, havuzun önünde idi. Sırtı üzerine düştü. Ayağı, arkadaşlarına doğru kan akıtıyordu. Sonra elleri ve dizleri üzerine havuza doğru sürünerek kendini suya bıraktı. Yeminini yerine getirmek istiyordu. Hamza da peşi sıra gitti. Ona bir darbe daha indirdi. Onu havuzun içinde öldürdü.

 

 

 

Abdullah bin Mes'ud der ki: Bedir günü müşrikler gözlerimize az gösterildiler. Hatta yanımdaki bir adama: "Sence bunlar yetmiş kişi var mı?" diye sordum. Adam: "Bence yüz kişi varlar" cevabını verdi. Onlardan birini esir aldığımda: "Kaç kişiydiniz?" diye sorunca: "Bin kişiydik" cevabını verdi.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Bedir Günü Resulullah'ın (s.a.v.) Halkı Savaşa Teşvik Etmesi ve Yaşanan Zorluklar