DELAİLU

NÜBÜVVE

RESULULLAH'IN (S.A.V.) PEYGAMBER

OLARAK GÖNDERİLİŞİNE DAİR BÖLÜMLER

 

Habeşistan'a İlk Hicret, Sonra İkinci Hicret, Orada (Resulullah'ın (s.a.v.) Peygamberliği Hakkında) Zuhur Eden Deliller; Necaşi'nin, Hahamların ve Rahiplerin Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tasdik Etmesi

 

Musa bin Ukbe, Meğazi kitabında anlatıyor: Kureyş'in ileri gelenleri Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının çoğaldığını görünce bir araya toplandılar ve Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürmek veya onu Mekke'den çıkarmak istediler. Hatta Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kavmine diyet vererek O'nu (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürmeyi teklif ettiler. Ancak kavmi bunu kabul etmedi ve Yüce Allah Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kavmi ile koruma altına aldı. Bunun üzerine Kureyşliler oğullarından, kardeşlerinden ve kabilelerinden Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tabi olanlara karşı çok sert davranmaya başladılar. Kureyş, Müslümanlara şiddetli bir şekilde eziyet etmekteydi. Kimisini Allah korudu, kimisi de eziyetlere maruz kaldı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu çıkmaza girdiği zaman onlara (eziyet görenlere) Abdulmuttalib oğulları ile birlikte Habeşistan'a hicret etmelerini emretti.

 

Habeşistan'da kendisine Necaşi denilen bir hükümdar vardı ve topraklarındaki hiç kimseye zulmetmiyordu. Bununla birlikte de hakkında hayırlı şeyler söylenirdi. Kendilerine eziyet edilip fitneden endişe ettiklerinde hepsi, bu hükümdarın yanına gittiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise Mekke'de kalıp bir yere gitmedi. Bu durum Cafer bin Ebi Talib ve arkadaşları Habeşistan'a gitmeden önce idi. Habeşistan'a iki defa hicret edilmişti. Cafer bin Ebi Talib ve arkadaşları hicret etmeden önce ilk hicret edenler Yüce Allah Necm Suresini indirdiği zaman geri dönmüştü. Müşrikler, Nebi'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kastederek: "Bu adam ilahlarımızı hayırla ansa, hem kendisini, hem de arkadaşlarını tasdik eder doğrulardık. Ancak bizim ilahlarımızı eleştirip onlara dil uzattığı gibi kendi dininden olmayan Yahudi ile Hıristiyanlara aynı eleştiriyi yapmıyor ve onlara bu şekilde kötü davranmıyor" diyorlardı. Kavminin hem kendisine, hem de arkadaşlarına karşı olan eziyetleri, yalanlamaları ve içinde bulundukları sapıklık Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gücüne gidiyordu. Bundan dolayı da onların doğru yolu bulmasını temenni ediyordu. Yüce Allah, Necm Suresini indirdikten sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Gördünüz mü o Lat'ı ve Uzza'yı ve diğer üçüncüsü Menatı?"[Necm 19, 20] ayetlerini okudu. Bu şekilde putları zikrederken de şeytan onun diline bazı sözleri düşürdü ve bu ayetlerin ardından: "Bunlar yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" dedi. Bunlar da şeytanın bir uydurması, bir fitnesiydi. Ayetlerin ardından söylenen bu sözler Mekke'deki her bir müşriğin kalbine ulaştı. Bu sözleri dillerine doladılar ve: "Muhammed eski dinine, kavminin dinine döndü!" diyerek birbirlerine müjde vermeye başladılar. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu surenin sonuna ulaştığında secdeye kapandı. Onun secde ettiğini gören Müslüman, müşrik herkes secdeye kapandı.

 

Her iki fırka da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte herkesin secde etmesine şaşırmıştı. Müslümanlar müşriklerin iman etmeden kendileriyle birlikte secde etmelerine şaşırmıştı. Oysa Müslümanlar şeytanın müşriklerin dillerine ilka ettiği şeyi işitmemişlerdi. Ancak Müşrikler Allah Resulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabına karşı mutmain olmuşlardı. Şeytan da onlara Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu secdede iken de okuduğunu söylemişti ki müşrikler de kendi mabutlarına tazimen secde etmişlerdi. Bu durum insanlar arasında yayıldı. Şeytan bunu Habeşistan'a kadar ulaştırdı. Osman bin Maz'un ve dostları bunu işitince, Mekke ahalisinin hepsinin Müslüman olduğunu ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte namaz kıldıklarını düşünmeye başladılar. Velid bin el-Muğire'nin bile avucundaki toprağa secde ettiği haberi kendilerine ulaşmıştı. Böylece Müslümanların Mekke'de artık güvende olduğunu düşünmeye başladılar ve hızlı bir şekilde Mekke'ye doğru yola çıktılar. Bunun üzerine Yüce Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi neshetti ve ayetlerini sağlamlaştırıp batıldan koruyacağını bildirerek: "Senden önce hiçbir resUl ve nebi göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler"[Hac 51, 52] buyurdu.

 

Yüce Allah hükmünü bildirip şeytanın kuğuculuğundan korunmuş kılındığını açıklayınca Müşrikler sapıklıklarında ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarında daha da ileri gittiler.

 

Osman bin Maz'un ve arkadaşları Mekke'ye geri dönenler arasında idi.

Ancak Mekke'ye girememişler ve müşriklerin Müslümanlara yaptıkları eziyeti haber almışlardı. Fakat Velid bin el-Muğl're, Osman bin Maz'un'u himayesi altına almıştı. Osman, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabının çektiği eziyeti, bir grubun ateş ve kırbaçlarla işkence edildiğini görünce, kendisi de Velid'in himayesi altında olduğundan kendisine bir şey yapılmaması karşısında eziyeti bu şekilde rahat kalmaya tercih etti. Kendi kendine: "Allah'ın himayesinde, Allah'ın zimmetinde, İslam ehlinden dostlarına Allah'ı seçen Resulü'nün zimmetinde olanlar eziyet çekerken, ona giren korku içinde iken, şeytanın ve insanlardan dostlarının zimmetinde olan rahat ediyor" demeye başladı. Bunun üzerine Velid bin el-Muğire'ye giderek: "Ey amca! Sen bana çok vefalı davrandın. Himayeni en güzel şekilde yerine getirdin. Şimdi de ben senin beni aşiretinin yanına götürüp önlerinde beni himayenden çıkardığını bildirmeni istiyorum" dedi. Velid: "Yeğenim! Sen benim zimmetimde olduğun halde kavminden bir kimse sana eziyet ettiyse veya sana sövdüyse ben senin yerine onlara yeterim" dedi. Osman: "Hayır Vallahi, kimse bana bir şey yapmadı ve eziyet etmedi" karşılığını verdi. Bu şekilde himayesinden çıkmakta ısrar edince Velid onu Mescid(-i Haram)a götürdü. Kureyşliler orada her zamankinden daha kalabalık idi. Lebıd bin Rabia da orada şiir okumaktaydı. Velid, Osman'ın elini tutarak Kureyşlilerin yanına geldi ve: "Bu kişi bana geldi ve onu himayemden çıkarmamı istedi. Şahadet ederim ki ben ondan uzağım" dedi. Bunun üzerine Osman: "Doğru söyledi. Vallahi ben bunu ona zorla yaptırmıştım. O benden uzaktır" dedi. Sonra oradakilerin yanında oturduk. Lebıd de şiir okuyarak:

"İyi biliniz ki Allah'tan başka her şey batıldır" dedi. Bunun üzerine Osman: "Doğru söyledin" dedi. LebI'd:

 

"Bütün nimetler yok olup gidecektir" deyince, Osman: "Yalan söyledin" dedi. Oradaki herkes susmuştu. Lebıd'in bu sözüyle ne kastettiğini anlamamışlardı. Bu sebeple şiirini bir daha tekrar etmesini istediler. O da birinci mısrasını okuyunca, Osman onu yine tasdik etti. Ancak ikinci mısrayı okuyunca bir daha onu yalanladı. Lebıd: "İyi biliniz ki Allah'tan başka her şey batıldır" deyince onu tasdik ediyor ve: "Bütün nimetler yok olup gidecektir" deyince onu yalanlıyordu. Çünkü cennet nimetleri asla yok olup gitmeyecektir. Hal böyle olunca Kureyş'ten bir adam Osman'a bir yumruk attı. Osman'ın gözü morarmıştı. Velid bin el-Muğire ve dostları: "Benim himayemde güven içindeydin, şimdi ise şu haline bak" deyince, Osman: "Ben sizden aldığım eman ile fakirdim. Sağlam kalan şu gözüm de darbe alan gözümden daha fakirdir. Benim sizden daha çok sevdiğim kişi, benim için' güzel bir örnektir" karşılığını verdi. Velid bin el-Muğire: "Eğer istersen seni bir daha himayem altına alırım" deyince, Osman: "Senin himayene ihtiyacım yoktur" karşılığını verdi.

 

Bu sırada Cafer bin Ebi Talib Müslümanlardan bir grupla birlikte dinlerinden dolayı eziyet çekmemek için Habeşistan'a gittiler. Kureyş te Amr bin el-As'ı ve Umara bin el-Velid bin el-Muğire'yi göndererek hızlıca yolculuk etmelerini söylediler. Onlar da öyle yaptı. (Habeşistan'a vardıklarında) Necaşi'ye bir at ve ipek cübbe hediye ettiler. Habeşistan'ın ileri gelenlerine de hediyeler verdiler. Necaşi'ye hediyelerini verdikten sonra Necaşi, Amr bin el-As'ı divana oturttu. Amr: "Senin topraklarında kavmimizden ne senin, ne de bizim dinimizde olmayan bazı akılsız kimseler vardır. Onları bize teslim edin" dedi. Habeşistan'ın ileri gelenleri Necaşi'ye: "Evet, onları kendilerine teslim etmen gerekir" deyince, Necaşi: "Hayır Vallahi. Onları konuşturmadan ve ne üzere olduklarını bilmeden teslim etmem" karşılığını verdi.

 

Amr bin el-As: "Bu kişiler aramızdan çıkan adamın dostlarıdır. Onların akılsızlıklarını ve hakka olan ihtilaflarını sana haber verelim. Onlar isa'nın, Allah'ın oğlu olduğunu kabul etmemektedir. Yanına girdikleri zaman da makamına girildiğinde sana secde edenler gibi secde etmezler" dedi.

 

Bunun üzerine Necaşi, Cafer'e ve arkadaşlarına gelmeleri için birini gönderdi. Necaşi, Amr bin el-As'ı divanına oturtmuştu. Cafer ve dostları Necaşi'nin yanına geldiklerinde kendisine secde etmeyip onu kendi selamlarıyla selamlayınca, Amr ve Umare: "Sana kavmin durumunu ve senden ne istediklerini söyleyelim mi?" dediler. Necaşi: "Ey sizler! Niçin beni sizin kavminizden ve sizin topraklarınızdan yanıma gelen kişilerin selamladığı gibi selamlamazsınız? Siz İsa bin Meryem hakkında ne dersiniz? Sizin dininiz nedir? Sizler Hıristiyan mısınız?" deyince: "Hayır" karşılığını verdiler. Necaşi:

 

"Sizler Yahudi misiniz?" deyince, yine: "Hayır" karşılığını verdiler. "Kavminizin dini üzere misiniz?" deyince, yine: "Hayır" dediler. "O zaman dininiz nedir?"

 

Allah'a ibadet ederiz, O'na eş ve ortak koşmayız" dediler. Necaşi: "Bunu size kim getirdi (öğretti)?" deyince, şu karşılığı verdiler: "içimizde gerek soyu, gerekse kendisi bizce bilinen bir adam vardır. Yüce Allah, ondan önceki bazı kimseleri, bizden önceki ümmetlere nasıl peygamber olarak göndermiş ise, onu da peygamber olarak bize göndermiştir. Bu peygamber, bize iyiliği, doğruluğu, verdiğimiz sözde durmayı ve emanete hıyanet etmemeyi emretti. Putlara tapmamızı yasakladı. Sadece Allah'a ibadet edip O'na ortak koşmamayı emretti. O bize Allah'ın kelamını öğretti. Biz de ona inandık ve getirdiği dinin Allah tarafından olduğuna iman ettik. işte biz, bunu yaptığımız için kavmimiz bize düşman kesildi. Onlar, bu peygambere de inanmayıp düşmanlık ederek onu öldürmek istediler. Bizi de tekrar putlara tapmaya zorladılar. Bunun için, dinimizi ve canımızı koruyasın, diye onlardan kaçıp sana sığındık."

 

Bunun üzerine Necaşi: "Vallahi sizin dediğiniz bu din, isa'ya gelen nurun içinden çıktığı kandilden çıkmıştır" deyince, Cafer şu karşılığı verdi: "Sana secde etmememizin sebebine gelince, peygamberimiz bize cennet ehlinin selamının bu şekilde selam verme olduğunu bildirmiştir ve bizim de öyle yapmamızı emretmiştir. Birbirimize selam verdiğimiz gibi sana selam verdik. İsa bin Meryem hakkındaki inancımıza gelince, kendisi Allah'ın kulu ve Resulüdür. Allah tarafından Meryem'e bırakılmış bir kelime ve ruhtur. Hiçbir erkekle ilişkide bulunmayan bakirenin oğludur."

 

Bunun üzerine Necaşi eğilip eline bir çöp alarak: "Vallahi ibn Meryem bu çöp ağırlığında olsa bile bunun dediğinden daha fazla değildir" dedi. Orada hazır bulunan Habeş büyükleri: "Vallahi, eğer Habeşliler senin böyle dediğini işitirlerse seni tahttan indirirler" deyince, Necaşi: "Vallahi İsa hakkında bundan başka bir şey söyleyemem. Allah, bana krallığı verirken Habeşlilerin arzusuna uydumu ki, ben de Allah'ın gerçek dini hakkında onların arzusuna uyayım. Bundan Allah'a sığınırım" dedi.

 

Necaşi'nin babası Habeşistan'ın hükümdarı idi. Necaşi daha küçük iken babası ölmüştü. Ancak kardeşine: "Oğlum büyüyünceye kadar kavminin idaresini sen yürüt, ama oğlum büyüyünce hükümdarlığı ona teslim et" diye vasiyet etmişti. Fakat kardeşi hükümdarlığa göz dikerek Necaşi'yi bir tüccara satmıştı. Tüccara: "Şimdilik onu burada bırak. Ancak gitmek istediğin zaman bana haber ver ve onu sana vereyim" dedi. Tüccar oradan gitmek isteyince kendisine haber verdi ve Necaşi'nin amcası kendisini tüccara verdi. Tüccar Necaşi'yi alıp bir geminin yanına gitti. Necaşi kendisine ne yapılacağını bilmiyordu. Necaşi'nin hükümdar olan amcası bir yıldırım çarpmasıyla ölünce, Habeşistan'ın ileri gelenleri tacı Necaşi'nin başına giydirdiler ve onu hükümdar yaptılar. Necaşi bu sebeple: "Allah, bana krallığı verirken Habeşlilerin arzusuna uydu mu ki" demişti.

 

Kendisini satın alan tüccar: "Bana ya kölemi verin ya da paramı geri verin" deyince, Necaşi: "Doğru söyledin. Ona parasını geri verin" dedi.

 

Necaşi, Cafer kendisine anlatacağını anlattığı ve onları Amr'a teslim etmeyi kabul etmediği zaman Amr bin el-As'ı kastederek: "Ona hediyelerini geri verin. Vallahi bana rüşvet olarak şu dağ kadar altın verseler yine kabul etmezdim" dedi. Cafer ve dostlarına da: "Burada güven içinde kalabilirsiniz. Yüce Allah size bir zarar verilmesini engelledi" dedi. Görevlilerine de kendileri için gereken nafakanın verilmesini emretti ve: "Her kim bu gruba eziyet verecek olursa bana asi olmuş olur" dedi.

 

--- İbn Hişam, es-Sire (1/360, 361).

 

 

Yüce Allah, Amr bin el-As ve Umare arasına düşmanlığı ilka etmişti. Bu da kendileri Habeşistan'a varmadan önce yolculukları sırasında vaki olmuştu. Ancak Necaşi'nin yanına geldiklerinde Müslümanlardan almak istedikleri kişileri geri alabilmek için barışmışlardı. Fakat hal böyle olunca eskiden olduğundan daha fazla aralarında düşmanlık başladı. Bunu fırsat bilen Amr, Umare'ye tuzak kurarak: "Ey Umare! Sen yakışıklı birisin. Necaşi'nin hanımının yanına git ve onunla bu konuyu görüş. Kocası çıkıp geldiği zaman belki hanımı bu konuda bize yardımcı olur" dedi. Umare, Necaşi'nin hanımıyla görüşene kadar kendisine haberciler gönderdi. Yanına girince de Amr, Necaşi'ye gidip: "Benim bu dostum karılara düşkündür. Şu anda o karını istemektedir. Bunu böyle bil" dedi. Necaşi birilerini gönderdiğinde Umare'nin hanımının yanında olduğunu gördü. Emri üzerinde Umare hadım edildi. Sonra onu adalardan bir adaya attırdı. Umare orada delirmiş ve vahşileşmişti. Amr da Mekke'ye geri döndü. Allah arkadaşını helak etmiş, yolculuklarını boşa çıkarmış ve ihtiyaçları olan şeyi alamamışlardı.

 

 

 

Şeytanın kuğuculuğu hakkındaki rivayeti Muhammed bin ishak bin Yesar kanalıyla rivayet ettik. Muhammed bin ishak bin Yesar, Osman bin Maz'un'un kıssasını Salih bin İbrahim bin Abdirrahman bin Avf kanalıyla kendisinden işitmiş olduğu birinden aktarmıştır. ibn ishak her iki kıssayı da (Musa bin Ukbe'nin rivayet ettiği kıssayı da) rivayet etmiştir. Hicret hakkındaki kıssa ise mevsul olan hadislerde rivayet edilmiştir.

 

Habeşistan'a birinci hicret şöyle olmuştur: Katade der ki: "Allah yolunda ailesiyle birlikte ilk olarak hicret eden kişi Osman bin Affan'dır. -Nadr bin Enes ise: "Ebu Hamza'nın yani Enes bin Malik'in: ‘‘Osman bin Affan, eşi olan Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızı Rukiyye ile birlikte Habeşistan'a hicret etmek üzere yola koyuldu’‘ dediğini işittim" şeklindedir.- Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oraya vardıklarına dair haber geç gelmişti. Nihayet Kureyşlilerden bir kadın gelip: " Ey Muhammed! Damadını karısıyla birlikte gördüm" dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onları nasıl bir durumda gördün?'' diye sorunca kadın: "Karısını şu yavaş yürüyen merkeplerden birine bindirmiş, kendisini de merkebi yederken gördüm" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah! onlarla beraber olsun. Osman! Lut peygamberden sonra karısıyla hicret eden ilk kişi olmuştur'' buyurdu. Başka bir kanalla da aynısı zikredilmiştir.

 

 

 

Habeşistan'a ikinci hicret ise Vakidl'nin bildirdiğine göre Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamber olarak gönderilmesinden beş yıl sonra vaki olmuştur ve Abdullah bin Mes'ud bunu şöyle anlatmıştır: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bizi seksen kişi olarak Necaşi'ye gönderdi. Aramızda Cafer bin Ebi Talib ve Osman bin Maz'un bulunmaktaydı. Öte yandan Kureyşliler, Umare ve Amr bin el-As'ı da hediyelerle birlikte Necaşi'nin yanına göndermişti. Bunlar, Necaşi'nin huzuruna girdiklerinde ona secde ettiler ve hediyeleri takdim ederek: "Bizim kavmimizden bir grup dinimizden yüz çevirip sana geldiler ve onlar şu anda senin topraklarındalar" dediler. Necaşi: "Onlar nerededir?" deyince: "Senin topraklarındadırlar" karşılığını verdiler. Necaşi bu kişilerin yanına gelmesi için onlara birini gönderdi. Cafer: "Bu gün sözcünüz ben olacağım" dedi. Arkadaşları da ona uydular.

 

Necaşi'nin makamına girdiklerinde ona secde etmediler. Kendilerine: "Neden hükümdara secde etmiyorsunuz?" denilince, Cafer: "Biz sadece Yüce Allah'a secde ederiz" karşılığını verdi. Necaşi: "Niçin?" diye sorunca, Amr bin el-As: "Bunlar İsa hakkında senin düşüncenden ayrı bir düşünceye sahiptirler" dedi. Necaşi: "isa ve annesi hakkında ne demekteler?" diye sorunca, Cafer:

 

"Allah'ın buyurduğu gibi deriz. İsa, Allah'ın kelimesi ve ruhudur ki onu iffetli ve bakire Meryem'e bırakmıştır. Meryem'e hiç bir beşer eli değmemiştir. isa'dan önce de çocuğu olmamıştır" karşılığını verdi.

 

Bunun üzerine Necaşi yerden bir çöp alarak şöyle dedi: "Ey hahamlar ve rahipler! Bunlarla sizin söyledikleriniz arasında şu çubuğun ağırlığı kadar bile bir fark yoktur. Merhabalar size ve yanından geldiğiniz kişiye. Şahadet ederim ki o bir peygamberdir. Onun yanında olmak ve nalınlarını taşımak" veya: "hizmetini görmek isterdim. Topraklarımda istediğiniz yerde yerleşin." Bundan sonra ibn Mes'ud acele ile geri gelip Bedir savaşına katıldı. --- İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye (3/69).

 

Kasım der ki: Abdullah bin Mes'ud Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından bir grupla deniz yoluyla Habeş topraklarına hicret etti. Orada alışveriş yapabilecekleri bir çarşı da vardı. Abdullah eşyalarını alıp tek başına çarşıya gitmek isteyince, kendisiyle konaklayan arkadaşı: "Tek başına gittiğini görüyorum. Orada herkese kötülüğü dokunan birinin olduğunu ve ondan sakınman gerektiğini bildireyim. Bu kişi yabancı birini gördüğü zaman onu döver veya öldürür ve yanındaki şeyleri alır" dedi.

 

Abdullah şöyle devam etti: "Sonra bu arkadaşım bana bu adamı vasfetti. çarşıya vardığımda o adamı vasıflarından tanıdım ve insanlar arasında ondan gizlenmeye başladım. O hangi yoldan gitse ben bir başkasından gidiyordum. Bu şekilde yanımdaki malları iki dinara sattım. Sonra bir ara uyudum ve adamın baş ucumda durduğunu hissettim. Beni elimden tutarak:

"Sende ne kadar para var?" demeye başladı. Kendisine: "Beni bırakman karşılığında sana üzerimdeki parayı vereyim" dediğimde: "Üzerinde ne kadar var?" dedi. "iki dinarım var" dediğimde: "Daha fazla" karşılığını verdi. "Ancak o kadarlık bir şey sattım" dediğimde, yine: "Daha fazla" dedi. Bu sırada bir tepede iki kişinin kendisine baktığını ve kendisine doğru geldiğini görünce beni bırakıp kaçtı. Arkasından: "iki dinarı almadın" diye seslendiğimde: "Onlara ihtiyacım yoktur" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebu Burde'nin bildirdiğine göre babası şöyle anlatıyor: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Cafer bin Ebi Talib ile birlikte Habeşistan topraklarına hicret etmemizi emretti. Habeşistan'a geldiğimizde, (Necaşi) yanına gitmemiz için bize haber gönderdi. Bunun üzerine Cafer: "Sizden hiç kimse konuşmasın. Bu gün sözcünüz benim" dedi. Necaşi'nin yanına geldiğimizde kendisi meclisinde oturmakta idi. Yanındaki hahamlar ve rahipler kendisine secde etmemiz için bizi azarladılar. Cafer: "Biz yalnız Allah'a secde ederiz" deyince, Necaşi:

 

"Seni secde etmekten alıkoyan nedir?" dedi. Cafer yine: "Biz, Allah'tan başkasına secde etmeyiz!" dedi. Necaşi: "Neden?" diye sorunca, Cafer:

 

"Çünkü Allah, bize bir peygamber gönderdi. Meryem oğlu isa, onun kendisinden sonra geleceğini ve adının Ahmed olacağını müjdelemiştir. Peygamberimiz, bize sadece Allah'a ibadet etmemizi, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı ve zekat vermemizi emretti. O iyiliği emredip, kötülüğü yasakladı" karşılığını verdi.

 

Necaşi, Cafer'in bu sözlerinden hoşlanmıştı. Bu sebeple Cafer'e:

"Arkadaşınız, Meryem'in oğlu hakkında ne diyor?" diye sorunca: "O'nun hakkında: ‘‘O, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Onu, daha önce kendisine bir beşerin temas etmediği, hiçbir çocuk doğurmamış olan iffetli ve bakire Meryem'den çıkarıp dünyaya getirmiştir’‘ buyuruyor" dedi. Bunun üzerine Necaşi yerden bir çöp alarak: "Ey haham ve rahipler topluluğu! Bunlar, sizin Meryem'in oğlu hakkında söylediğiniz sözlerden farklı olarak şu çöp ağırlığında olsa bile farklı bir şey söylemiyorlar. Size ve yanından gelmiş olduğunuz kişiye merhaba! Ben, onun Allah'ın peygamberi olduğuna ve İsa bin Meryem'in müjdelediği peygamber olduğuna şahadet ederim. Ben bu hükümdarlık makamında olmasaydım onun yanına gelir ve nalınlarını taşırdım. Benim ülkemde dilediğiniz kadar kalabilirsiniz" dedi. Sonra da bize yiyecek ve giyecek verilmesini emretti.

 

Bu sahih bir isnaddır ve görüldüğü kadarıyla bu sırada Ebu Musa'nın Mekke'de olduğuna ve Cafer bin Ebi Talib ile birlikte Habeşistan'a hicret ettiğine delalet etmektedir.

Yezid bin Abdillah bin Ebi Burde'nin, dedesi Ebu Burde kanalıyla sahih bir rivayetle, Ebu Musa'dan bildirdiğine göre kendileri Yemen'de iken Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) peygamber olarak ortaya çıktığını haber aldılar ve elli küsur adamla bir gemiye binerek (Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gitmek üzere) yola çıktılar. Ancak gemi onları Habeşistan'a götürdü. Orada Cafer bin Ebu Talib ve arkadaşlarıyla karşılaştılar. Cafer onlara, yanlarında ikamet etmelerini söyledi. Hayber savaşı zamanında Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelene kadar da birlikte kaldılar. Böylece Ebu Musa, Cafer ile Necaşi arasında cereyan eden konuşmaya şahid olmuş ve bunu başkalarına anlatmıştır. Sanırım ravi: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Cafer bin Ebi Talib ile birlikte Habeşistan topraklarına hicret etmemizi emretti" lafzıyla yanılmıştır. Doğrusunu da Allah bilir.

 

Muhammed bin ishak bin Yesar bu hicret hakkında isnadıyla şöyle uzun bir rivayette bulunmuştur:

 

 

 

Zühri'nin, Ebu Bekr bin Abdirrahman bin el-Haris bin Hişam kanalıyla bildirdiğine göre Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eşi Ümmü Seleme şöyle anlatıyor: Mekke bize dar gelmeye ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı dinleri konusunda çeşitli eziyet ve işkencelere maruz kalmaya başlamıştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabını bu kötülüklerden koruyup onlara sahip çıkamıyordu. Ancak kendisi kavminin ve amcasının koruması altında idi. Kendisi ashabının yaşadığı kötü şeylerden hiçbir şeye maruz kalmıyordu.

 

Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Habeşistan topraklarında bir kral vardır. Onun yanında hiç kimseye zulmedilmez. Allah size içinde bulunduğunuz bu durumdan bir çare ve kurtuluş yolu açıncaya kadar oraya gidiniz’‘ buyurdu.

 

Bunun üzerine biz, gruplar halinde yola çıktık ve orada dinimizi serbestçe yaşayıp hiç kimsenin zulmünden korkmayan ve komşular tarafından güzelce ağırlanan bir yere geldik. Bunu gören Kureyşliler, bizi çekemediler. Toplanıp, bizi yurdundan kovması ve tekrar kendilerine iade etmesi için Amr bin el-As ile Abdullah bin Ebi Rabia'yı, Necaşi'ye elçi olarak göndermeyi kararlaştırdılar. Kureyşliler, ayrıca Necaşi'ye, patriklere ve ileri gelen her kişiye birer hediye hazırladılar. Sonra Amr bin el-As ile Abdullah bin Ebi Rabia'ya: "(Habeşistan'a gittiğinizde) herkesin hediyesini kendisine verdikten sonra, kendilerinden kralın yanında size yardımcı olmalarını isteyin. Kralın hediyelerini de verdikten sonra teklifinizi yapın. Öyle yapın ki, kral onları konuşturmadan size teslim etsin" dediler.

 

Amr bin el-As ile Abdullah bin Ebi Rabia, Habeşistan'a vardıklarında, hediyesini vermedik hiç bir patrik ve komutan bırakmadılar. Onlara: "Şu akılsızlar için hükümdara gelmiş bulunuyoruz. Kavimlerini ve dinlerini bıraktıkları gibi sizin dininize de girmemişler. Kavimleri onları geri göndersin diye bizi krala gönderdiler. Onun için bu hususta kral ile konuştuğumuz zaman bize yardımcı olun" dediler. Onlar da: "Tamam" dediler.

 

Sonra Kureyş heyeti Necaşi'nin yanına gidip hediyelerini takdim ettiler.

Krala Mekke'den hediye olarak getirdikleri şeyler içinde onun en çok hoşuna gideni tabaklanmış deriler idi. Kendisine hediyeleri takdim edince: "Ey kral! Bizden bir takım akılsız gençler kavimlerinin dinini terkettiler, senin dinine de girmeyip bilmediğimiz uydurma bir din ile geldiler. Şimdi gelip senin yurduna sığındılar. Onların aşiretleri, babaları, amcaları ve kavimleri kendilerini teslim edesin diye bizi sana elçi olarak gönderdiler. Çünkü onlar, bunların nasıl insanlar olduğunu daha iyi bilirler" dediler. Patrikler de: "Ey kral! Doğru söylüyorlar, onları geri ver. Çünkü onlar, bunların nasıl insanlar olduğunu daha iyi bilirler. Senin dinine de girmiş değiller ki onları himaye edesin" dediler.

 

Bunun üzerine Necaşi öfkelenerek: "Hayır, ömrüme yemin olsun ki, onları çağırıp konuşturmadıkça ve neyin nesi olduklarını öğrenmedikçe hiç bir şey yapmam. Çünkü bunlar, benim yurduma gelmiş ve bu kadar hükümdarlar varken bana güvenip bana sığınmışlardır. Onları çağırıp kendileri ile konuşacağım. Eğer gerçekten sizin dediğiniz gibi kimseler iseler, onları geri göndereceğim. Eğer öyle değillerse onları geri göndermek şöyle dursun, bütün gücümle destekleyeceğim. Baba ve amcalarının gözlerini aydın kılmayacağım!" dedi.

 

Necaşi bu kişilerin yanına gelmesi için onlara birini gönderdi. Amr bin elAs ile Abdullah bin Ebi Rabia için kralın onların diyeceklerini dinlemesinden daha kötü bir şey yoktu. Necaşi'nin elçisi gelince bu kişiler bir araya toplandı ve (birbirleriyle): "(Kralın karşısında) ne diyelim?" (diye) istişare etmeye başladılar. Sonunda: "Vallahi biz bildiğimizi, dinimizin emrinden ne üzere olduğumuzu ve peygamberimizin ne ile geldiğini söyleyelim" dediler.

Necaşi'nin huzuruna geldiklerinde kendisiyle konuşan kişi Cafer bin Ebi Talib oldu. Necaşi: "Sizin tabi olduğunuz bu din nedir? Kavminizin dinini bıraktınız, ancak ne Yahudi, ne de Hıristiyan oldunuz. Bu girdiğiniz din neyin nesidir?" deyince, Cafer şu karşılığı verdi: "Ey kral! Biz şirk üzere olan, putlara tapan, ölü eti yiyen, komşularımıza kötü davranan, birbirimizin kanını dökme ve başka şeylerde haramları helal sayan, helali ve haramı ayırt etmeyen bir kavim idik. Yüce Allah içimizden iyiliğini, doğruluğunu ve emin biri olduğunu bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. Bu Peygamber bizi sadece Allah'a ibadet etmeye, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaya, akrabalık bağlarını gözetmeye, komşulara iyilikte bulunmaya, namaz kılmaya, oruç tutmaya ve başkasına ibadet etmemeye davet etmektedir" dedi.

 

Necaşi: "Peygamber'in vahiy olarak getirdiği şeyden yanında bir şey var mı?" diye sordu. Necaşi patriklerini de çağırmış ve emri üzerine mushafları etrafına koymuşlardı. Cafer: "Evet, var!" dedi ve ona Meryem Suresinin başlarından bazı ayetleri okudu. Necaşi bunları duyunca sakalları ıslanacak kadar ağladı. Yanında duran piskoposlar da Cafer'in okuduğunu duyunca ağlamaya başladırlar ki gözyaşlarından ellerindeki mushaflar ıslandı, Sonrasında Necaşi: "Senin okuduğunla Musa'nın getirdiği aynı kandilden çıkmadır. Gidin, hiçbir zaman ben sizi onlara teslim etmeyeceğim! Onların gözlerini de aydın kılmayacağım" dedi.

Bunun üzerine Necaşi'nin yanından çıktık. Necaşi o iki adamı da yanımızda bırakmıştı. Amr bin el-As: "Vallahi ben yarın Necaşi'ye gidip onlara öyle bir iftirada bulunacağım ki, Necaşi onların kökünü kazıyacaktır. Onların İsa bin Meryem'in ilah olmayıp kul olduğunu söylediklerini bildireceğim" dedi. Abdullah bin Ebi Rabia: "Böyle yapma, onlar her ne kadar bize muhalif olsalar da onlar akrabalarımızdır. Onların üzerimizde hakları vardır" dediyse de: "Vallahi bunu yapacağım" dedi.

 

Ertesi gün Amr bin el-As, Necaşi'nin yanına geçip: "Bunlar, İsa hakkında büyük bir iftirada bulunuyorlar, istersen onları çağır da bunu onlara sor" dedi. Bunun üzerine Necaşi, onları tekrar huzuruna çağırdı. Onlar da toplanıp birbirlerine: "Eğer Necaşi bize, İsa hakkında bir şey sorarsa ona ne diyeceğiz?" demeye başladılar. Sonra da: "Allah'ın onun hakkında buyurduğu ve Nebi'in bize söylememizi emrettiği şeylerden başka bir şey söylemeyeceğiz" dediler.

 

Bunun üzerine Necaşi'nin huzuruna girdiler. Necaşi'nin patrikleri de yanında idi. Onlara: "isa bin Meryem hakkında ne diyorsunuz?" diye sorunca, Cafer: "Onun Allah'ın kulu, elçisi, ruhu ve iffetli, bakire Meryem'e bıraktığı bir kelimesi olduğunu söylüyoruz" dedi. Bunun üzerine Necaşi', elini uzatıp yerden iki parmağı arasına bir çöp aldı ve: "isa bin Meryem, bu dediklerinden bu çöp kadar bile öte değildir" dedi.

 

Necaşi'nin bu konuşması üzerine patrikler, öfke ile söylenmeye başladılar.

Necaşi onlara: "Vallahi öfke ile söylenseniz de bu böyledir" dedi. Onlara da:

"Gidiniz emniyettesiniz" dedikten sonra üç defa: "Kim size küfrederse cezalandırılacaktır" dedi. Sonra da: "Dağlar kadar altının benim olması karşılığında bile herhangi birinizi incitmeyi istemem. Vallahi Allah, bana krallığı bahşederken benden rüşvet alıp insanlara itaat etmedi ki, ben de insanların istediğini yapmak için rüşvet alayım ve onlara itaat edeyim. Bana getirdikleri hediyeleri onlara geri verin, onlara bir ihtiyacım yoktur. Haydi, ikiniz (Amr bin el-As ile Abdullah bin EbI' Rabia) topraklarımdan çıkın" dedi. Böylece Amr bin el-As ile Abdullah bin Ebi Rabia, Habeşistan'dan kovulmuş olarak çıktılar.

 

Biz ise, orada huzur ve güven içinde kaldık. Bu şekilde yaşayıp giderken krallıkta onunla mücadele eden biri ortaya çıktı. O anda üzüldüğümüz kadar hiçbir şeye üzülmedik. Zira Necaşi'nin yenilmesinden ve yerine onun bize tanıdığı hakları tanımayan birinin gelmesinden korktuk. Bunun için Allah'a dua ettik ve Necaşi'yi muzaffer kılması hususunda yalvarmaya başladık.

 

Necaşi karşısına çıkan bu kişinin üzerine gitmişti. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı birbirlerine: "Kim gider de bu savaşın sonucu hakkında bize bilgi getirir" demeye başladı. Yaş olarak en küçükleri olan Zübeyr: "Ben giderim" dedi. Bunun üzerine ona bir tulum şişirdiler. O da tulumu göğsüne bağlayarak Nil nehrini geçti ve savaşılan tarafa gitti. Yüce Allah o hükümdarı hezimete uğrattı ve Necaşi'yi muzaffer kıldı. Necaşi onu öldürmüştü. Abasını sallayarak bize işaret eden Zübeyr: "Müjdeler olsun! Allah, Necaşi'yi muzaffer kıldı" demeye başladı. Vallahi Necaşi'nin muzaffer olmasından dolayı sevindiğimiz kadar hiçbir şey için sevinmemiştik. Sonra onun yanında ikamet ettik. Nihayet bizden bazıları orada ikamet etti. Bazıları da çıkıp Mekke'ye geri döndü. --- İbn Hişam, es-Sire (1/357-361) Bakın: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye (3/72-75).

 

Zühri dedi ki: Ümmü Seleme'den rivayet edilen bu hadisi, Urve bin

Zübeyr'e anlattığımda Urve, bana: "Necaşi'nin: ‘‘Allah, bana krallığı bahşederken benden rüşvet alıp insanlara itaat etmedi ki, ben de insanların istediğini yapmak için rüşvet alayım ve onlara itaat edeyim’‘ sözünün ne anlama geldiğini biliyor musun?" dedi. Kendisine: "Hayır, Ebu Bekr bin Abdirrahman bin el-Haris, Ümmü Seleme'den bana böyle bir şeyi nakletmedi" dediğimde Urve Hz. Aişe'den naklederek şöyle dedi: Necaşi'nin babası, kendi kavminin kralı idi. Onun on iki oğlu olan bir kardeşi vardı. Ancak bu kralın, Necaşi'den başka oğlu yoktu. Habeşliler, hükümdarlık konusunda istişare ettiler ve: "Necaşi'nin babasını öldürüp de kardeşini hükümdarlığa geçirsek daha iyi olur. Çünkü kardeşinin on iki oğlu vardır. Babalarının ölümünden sonra bunlar tahta varis olurlarsa Habeş hükümdarlığı, ihtilafsız bir şekilde uzun bir müddet devam eder" dediler.

 

Sonra Necaşi'nin babasına saldırıp onu öldürdüler ve yerine kardeşini hükümdar yaptılar. Zamanla Necaşi, amcasının maiyetine girdi ve onu tesiri altına aldı. Amcası da idareyi ona verdi. Çünkü o, aklı başında bir kimse idi. Habeşliler, onun amcasının yanındaki itibarını görünce: "Bu genç, amcasının idaresini ele aldı. Onun başa geçip hükümdar olmasından endişe etmekteyiz. Babasını öldürmüş olduğumuzu da biliyor. Eğer hükümdar olursa eşraftan olan herkesi öldürür. Hükümdarla konuşun. Ya onu öldürsün, ya da ülke dışına sürgün etsin" dediler.

 

Böyle konuştuktan sonra Necaşi'nin hükümdar olan amcasının yanına gidip ona: "Bu gencin yanında ne kadar yükseldiğini gördük. Biliyorsun ki onun babasını öldürmüş ve seni yerine geçirmiştik. Onun senin yerine geçip bizi öldürmesinden korkuyoruz. Şimdi sen onu ya öldürmeli, ya da ülkemizden sürgün etmelisin!" deyince: "Yazıklar olsun size! Dün babasını öldürdünüz, bugün de ben mi onu öldüreyim! Hayır, onu ülkenizden sürgün edeceğim" karşılığını verdi.

 

Bunun üzerine Necaşi'yi alıp pazara götürdüler ve bir tüccara altı yüz ya da yedi yüz dirheme sattılar. O da, onu bir gemiye bindirdi. Akşam olunca güz bulutları gökyüzünü kapladı ve Necaşi'nin hükümdar olan amcası çıkıp yağmur altında dolaşmaya başladı. Yağmur altında iken bir yıldırım çakıp onu öldürdü. Bunun üzerine onlardan ileri gelenler derhal onun çocuklarına gittiler. Baktılar ki çocuklarının tamamı akılsız ve hiç birinde hayır yoktur. Bunun üzerine Habeşlilerin yönetimi bir çıkmaza girdi. Birbirlerine: "Biliyor musunuz, Vallahi hükümdarlığımızı düzgün bir şekilde yürüten şahıs, dün satmış olduğunuz gençtir. Eğer Habeşistan'ın idaresinin düzelmesini istiyorsanız, o gitmeden önce peşine düşün ve onu alıp getirin" dediler. Böylece peşinden gittiler ve onu alıp getirdiler. Sonra da tacı başına giydirip kendilerine hükümdar yaptılar.

 

Ancak onu (Necaşi'yi) satın almış olan tüccar: "Bana satmış olduğunuz köleyi geri aldığınız gibi, onun için ödemiş olduğum paramı da geri verin" deyince: "Hayır, vermeyiz" karşılığını verdiler. Tüccar: "Vallahi öyleyse gidip onunla konuşacağım" deyince: "Konuşsan da vermeyiz" cevabını verdi. Bunun üzerine tüccar kralın yanına gidip: "Ey kral! Dün ben bir köle satın aldım ve onu satanlar benden paralarını aldılar. Bugün de gelip köleyi zorla elimden aldılar, ama aldıkları parayı bana geri vermediler" dedi. Bu da Necaşi'nin idaresinin sert ve adil oluşunu gösteren ilk tavrı idi ki: "Ya parasını geri verirsiniz, ya da kölesini kendisine teslim edersiniz. O da onu dilediği yere götürür!" dedi. Onlar da: "Tamam parasını geri veririz" dediler ve tüccara parasını geri verdiler. Bu sebeple Necaşi: "Allah, bana krallığı bahşederken benden rüşvet alıp insanlara itaat etmedi ki, ben de insanların istediğini yapmak için rüşvet alayım ve onlara itaat edeyim" demişti.--- İbn Hişam, es-Sire (1/362-363) Bakın: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye (3/75, 76).

 

 

 

Yezid bin Ruman'ın bildirdiğine göre Urve bin ez-Zübeyr: "Necaşi ile konuşan kişi Osman bin Affan idi" demiştir.

 

 

 

İbn İshak der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Mekke'de iken ve peygamber olarak çıktığı haberi yayılınca Habeşistan Hıristiyanlarından yirmi veya buna yakın kişi yanına geldiler ve onu bir mecliste buldular. Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) konuşturup ona sormak istedikleri şeyleri sordular. Kureyşli bazı kişiler de Kabe'nin etrafında yakınlarında idi. Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sormak istedikleri şeyleri sorup bitirdiklerinde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları Yüce Allah'a davet etti ve onlara Kur'an okudu. Kur'an'ı işittiklerinde gözlerinden yaşlar boşaldı ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) davetine icabet edip iman ederek kendisini tasdik ettiler. Kendi kitaplarında vasfedilen kişinin kendisi olduğunu anladılar. Bu kişiler Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanından kalkınca Ebu Cehil Kureyşli bir grupla karşılarına çıkıp: "Allah sizin belanızı versin. Dininizden olan kişiler sizi buraya kendilerine bu adamın haberleri ile geri dönmeniz üzere gönderdi. Oysa biz sizin onunla oturmanız konusunda pek rahat değildik. Şimdi siz dininizden ayrıldınız ve onun dediklerine inandınız. Sizin gibi ahmak bir kervan görmedik" veya buna benzer şeyler dediler. Bunun üzerine bu grup: "Selam üzerinize olsun. Bize karşı yaptığınız cahilliği, biz size yapamayız. Bizim yaptıklarımız bize ve sizin yaptıklarınız sizedir. Biz sizden daha hayırlı olduğumuzu iddia etmiyoruz" karşılığını verdi. Bu Hıristiyan grubun Necran halkından olduğu söylenirdi. Doğrusunu da Allah bilir. Yine Allah daha iyi bilir ya: "Bu Kur'an'dan önce kendilerine kitap verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar. Kur'an kendilerine okunduğu zaman, ‘‘Ona inandık, şüphesiz o Rabbimizden gelen gerçektir. Şüphesiz biz ondan önce de müslümandık’‘ derler. işte onların, sabredip kötülüğü iyilikle savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcamaları karşılığında, mükafatları kendilerine iki kez verilecektir. Boş sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve, ‘‘Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz de size. Selam olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri istemeyiz’‘ derler"[Kasas 52-55] ayetleri bu kişiler hakkında inmiştir" denilmektedir.

 

 

 

Ebu Umame der ki: Necaşi'nin heyeti Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelince bizzat Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine hizmet etmeye başladı. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı: "Onlara biz hizmet ederiz" deyince, Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Bunlar benim ashabıma ikramda bulundular. Ben de kendilerine mukabelede bulunmak istiyorum" buyurdu.

 

 

 

Ebu Katade der ki: Necaşi'nin heyeti Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelince bizzat Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine hizmet etmeye başladı. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı: "Ey Allah'ın Resulü! Onlara biz hizmet ederiz" deyince, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Bunlar benim ashabıma ikramda bulundular. Ben de kendilerine mukabelede bulunmak istiyorum'' buyurdu.

Talha bin Zeyd bunu Evzai kanalıyla rivayette tek kalmıştır.

 

 

 

Amr (b. Dinar) der ki: Amr bin el-As Habeşistan'dan geri döndüğünde evinde oturdu ve dışarı çıkmadı. Kureyşliler: "(Amr) acaba neden dışarı çıkmıyor?" deyince, Amr onlara: "Habeş kralı Ashama arkadaşınızın peygamber olduğunu söylüyor" diye haber gönderdi. 

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Necaşi'ye Mektubu