DELAİLU NÜBÜVVE |
RESULULLAH'IN (S.A.V.) PEYGAMBER OLARAK GÖNDERİLİŞİNE DAİR BÖLÜMLER |
Habeşistan'a İlk Hicret,
Sonra İkinci Hicret, Orada (Resulullah'ın (s.a.v.) Peygamberliği Hakkında)
Zuhur Eden Deliller; Necaşi'nin, Hahamların ve Rahiplerin Resulullah'ı
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tasdik Etmesi
Musa bin Ukbe, Meğazi
kitabında anlatıyor: Kureyş'in ileri gelenleri Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ashabının çoğaldığını görünce bir araya toplandılar ve Resulullah'ı
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürmek veya onu Mekke'den çıkarmak istediler.
Hatta Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kavmine diyet vererek O'nu
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürmeyi teklif ettiler. Ancak kavmi bunu kabul
etmedi ve Yüce Allah Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kavmi ile
koruma altına aldı. Bunun üzerine Kureyşliler oğullarından, kardeşlerinden ve
kabilelerinden Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tabi olanlara karşı
çok sert davranmaya başladılar. Kureyş, Müslümanlara şiddetli bir şekilde
eziyet etmekteydi. Kimisini Allah korudu, kimisi de eziyetlere maruz kaldı.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu çıkmaza girdiği zaman onlara
(eziyet görenlere) Abdulmuttalib oğulları ile birlikte Habeşistan'a hicret
etmelerini emretti.
Habeşistan'da kendisine
Necaşi denilen bir hükümdar vardı ve topraklarındaki hiç kimseye zulmetmiyordu.
Bununla birlikte de hakkında hayırlı şeyler söylenirdi. Kendilerine eziyet
edilip fitneden endişe ettiklerinde hepsi, bu hükümdarın yanına gittiler.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise Mekke'de kalıp bir yere gitmedi.
Bu durum Cafer bin Ebi Talib ve arkadaşları Habeşistan'a gitmeden önce idi.
Habeşistan'a iki defa hicret edilmişti. Cafer bin Ebi Talib ve arkadaşları
hicret etmeden önce ilk hicret edenler Yüce Allah Necm Suresini indirdiği zaman
geri dönmüştü. Müşrikler, Nebi'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kastederek:
"Bu adam ilahlarımızı hayırla ansa, hem kendisini, hem de arkadaşlarını tasdik
eder doğrulardık. Ancak bizim ilahlarımızı eleştirip onlara dil uzattığı gibi
kendi dininden olmayan Yahudi ile Hıristiyanlara aynı eleştiriyi yapmıyor ve
onlara bu şekilde kötü davranmıyor" diyorlardı. Kavminin hem kendisine,
hem de arkadaşlarına karşı olan eziyetleri, yalanlamaları ve içinde
bulundukları sapıklık Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gücüne
gidiyordu. Bundan dolayı da onların doğru yolu bulmasını temenni ediyordu. Yüce
Allah, Necm Suresini indirdikten sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Gördünüz mü o Lat'ı ve Uzza'yı ve diğer üçüncüsü
Menatı?"[Necm 19, 20] ayetlerini okudu. Bu şekilde putları zikrederken de
şeytan onun diline bazı sözleri düşürdü ve bu ayetlerin ardından: "Bunlar
yüce kuğu kuşlarıdır ve şefaatleri umulur" dedi. Bunlar da şeytanın bir
uydurması, bir fitnesiydi. Ayetlerin ardından söylenen bu sözler Mekke'deki her
bir müşriğin kalbine ulaştı. Bu sözleri dillerine doladılar ve: "Muhammed
eski dinine, kavminin dinine döndü!" diyerek birbirlerine müjde vermeye başladılar.
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu surenin sonuna ulaştığında secdeye
kapandı. Onun secde ettiğini gören Müslüman, müşrik herkes secdeye kapandı.
Her iki fırka da
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte herkesin secde etmesine
şaşırmıştı. Müslümanlar müşriklerin iman etmeden kendileriyle birlikte secde
etmelerine şaşırmıştı. Oysa Müslümanlar şeytanın müşriklerin dillerine ilka
ettiği şeyi işitmemişlerdi. Ancak Müşrikler Allah Resulü'ne (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ve ashabına karşı mutmain olmuşlardı. Şeytan da onlara Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu secdede iken de okuduğunu söylemişti ki
müşrikler de kendi mabutlarına tazimen secde etmişlerdi. Bu durum insanlar
arasında yayıldı. Şeytan bunu Habeşistan'a kadar ulaştırdı. Osman bin Maz'un ve
dostları bunu işitince, Mekke ahalisinin hepsinin Müslüman olduğunu ve
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte namaz kıldıklarını
düşünmeye başladılar. Velid bin el-Muğire'nin bile avucundaki toprağa secde ettiği
haberi kendilerine ulaşmıştı. Böylece Müslümanların Mekke'de artık güvende
olduğunu düşünmeye başladılar ve hızlı bir şekilde Mekke'ye doğru yola
çıktılar. Bunun üzerine Yüce Allah, şeytanın ilka ettiği şeyi neshetti ve
ayetlerini sağlamlaştırıp batıldan koruyacağını bildirerek: "Senden önce
hiçbir resUl ve nebi göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun
bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini
giderir. Sonra Allah, ayetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde
hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için
böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık
içindedirler"[Hac 51, 52] buyurdu.
Yüce Allah hükmünü
bildirip şeytanın kuğuculuğundan korunmuş kılındığını açıklayınca Müşrikler
sapıklıklarında ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarında daha da ileri gittiler.
Osman bin Maz'un ve
arkadaşları Mekke'ye geri dönenler arasında idi.
Ancak Mekke'ye
girememişler ve müşriklerin Müslümanlara yaptıkları eziyeti haber almışlardı.
Fakat Velid bin el-Muğl're, Osman bin Maz'un'u himayesi altına almıştı. Osman,
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabının çektiği eziyeti, bir
grubun ateş ve kırbaçlarla işkence edildiğini görünce, kendisi de Velid'in
himayesi altında olduğundan kendisine bir şey yapılmaması karşısında eziyeti bu
şekilde rahat kalmaya tercih etti. Kendi kendine: "Allah'ın himayesinde,
Allah'ın zimmetinde, İslam ehlinden dostlarına Allah'ı seçen Resulü'nün
zimmetinde olanlar eziyet çekerken, ona giren korku içinde iken, şeytanın ve
insanlardan dostlarının zimmetinde olan rahat ediyor" demeye başladı.
Bunun üzerine Velid bin el-Muğire'ye giderek: "Ey amca! Sen bana çok vefalı
davrandın. Himayeni en güzel şekilde yerine getirdin. Şimdi de ben senin beni
aşiretinin yanına götürüp önlerinde beni himayenden çıkardığını bildirmeni
istiyorum" dedi. Velid: "Yeğenim! Sen benim zimmetimde olduğun halde
kavminden bir kimse sana eziyet ettiyse veya sana sövdüyse ben senin yerine
onlara yeterim" dedi. Osman: "Hayır Vallahi, kimse bana bir şey
yapmadı ve eziyet etmedi" karşılığını verdi. Bu şekilde himayesinden
çıkmakta ısrar edince Velid onu Mescid(-i Haram)a götürdü. Kureyşliler orada
her zamankinden daha kalabalık idi. Lebıd bin Rabia da orada şiir okumaktaydı.
Velid, Osman'ın elini tutarak Kureyşlilerin yanına geldi ve: "Bu kişi bana
geldi ve onu himayemden çıkarmamı istedi. Şahadet ederim ki ben ondan
uzağım" dedi. Bunun üzerine Osman: "Doğru söyledi. Vallahi ben bunu
ona zorla yaptırmıştım. O benden uzaktır" dedi. Sonra oradakilerin yanında
oturduk. Lebıd de şiir okuyarak:
"İyi biliniz ki
Allah'tan başka her şey batıldır" dedi. Bunun üzerine Osman: "Doğru
söyledin" dedi. LebI'd:
"Bütün nimetler yok
olup gidecektir" deyince, Osman: "Yalan söyledin" dedi. Oradaki
herkes susmuştu. Lebıd'in bu sözüyle ne kastettiğini anlamamışlardı. Bu sebeple
şiirini bir daha tekrar etmesini istediler. O da birinci mısrasını okuyunca,
Osman onu yine tasdik etti. Ancak ikinci mısrayı okuyunca bir daha onu
yalanladı. Lebıd: "İyi biliniz ki Allah'tan başka her şey batıldır"
deyince onu tasdik ediyor ve: "Bütün nimetler yok olup gidecektir"
deyince onu yalanlıyordu. Çünkü cennet nimetleri asla yok olup gitmeyecektir.
Hal böyle olunca Kureyş'ten bir adam Osman'a bir yumruk attı. Osman'ın gözü
morarmıştı. Velid bin el-Muğire ve dostları: "Benim himayemde güven
içindeydin, şimdi ise şu haline bak" deyince, Osman: "Ben sizden
aldığım eman ile fakirdim. Sağlam kalan şu gözüm de darbe alan gözümden daha
fakirdir. Benim sizden daha çok sevdiğim kişi, benim için' güzel bir
örnektir" karşılığını verdi. Velid bin el-Muğire: "Eğer istersen seni
bir daha himayem altına alırım" deyince, Osman: "Senin himayene
ihtiyacım yoktur" karşılığını verdi.
Bu sırada Cafer bin Ebi
Talib Müslümanlardan bir grupla birlikte dinlerinden dolayı eziyet çekmemek
için Habeşistan'a gittiler. Kureyş te Amr bin el-As'ı ve Umara bin el-Velid bin
el-Muğire'yi göndererek hızlıca yolculuk etmelerini söylediler. Onlar da öyle
yaptı. (Habeşistan'a vardıklarında) Necaşi'ye bir at ve ipek cübbe hediye
ettiler. Habeşistan'ın ileri gelenlerine de hediyeler verdiler. Necaşi'ye
hediyelerini verdikten sonra Necaşi, Amr bin el-As'ı divana oturttu. Amr: "Senin
topraklarında kavmimizden ne senin, ne de bizim dinimizde olmayan bazı akılsız
kimseler vardır. Onları bize teslim edin" dedi. Habeşistan'ın ileri
gelenleri Necaşi'ye: "Evet, onları kendilerine teslim etmen gerekir"
deyince, Necaşi: "Hayır Vallahi. Onları konuşturmadan ve ne üzere
olduklarını bilmeden teslim etmem" karşılığını verdi.
Amr bin el-As: "Bu
kişiler aramızdan çıkan adamın dostlarıdır. Onların akılsızlıklarını ve hakka
olan ihtilaflarını sana haber verelim. Onlar isa'nın, Allah'ın oğlu olduğunu
kabul etmemektedir. Yanına girdikleri zaman da makamına girildiğinde sana secde
edenler gibi secde etmezler" dedi.
Bunun üzerine Necaşi,
Cafer'e ve arkadaşlarına gelmeleri için birini gönderdi. Necaşi, Amr bin
el-As'ı divanına oturtmuştu. Cafer ve dostları Necaşi'nin yanına geldiklerinde
kendisine secde etmeyip onu kendi selamlarıyla selamlayınca, Amr ve Umare:
"Sana kavmin durumunu ve senden ne istediklerini söyleyelim mi?"
dediler. Necaşi: "Ey sizler! Niçin beni sizin kavminizden ve sizin
topraklarınızdan yanıma gelen kişilerin selamladığı gibi selamlamazsınız? Siz
İsa bin Meryem hakkında ne dersiniz? Sizin dininiz nedir? Sizler Hıristiyan
mısınız?" deyince: "Hayır" karşılığını verdiler. Necaşi:
"Sizler Yahudi
misiniz?" deyince, yine: "Hayır" karşılığını verdiler.
"Kavminizin dini üzere misiniz?" deyince, yine: "Hayır"
dediler. "O zaman dininiz nedir?"
Allah'a ibadet ederiz,
O'na eş ve ortak koşmayız" dediler. Necaşi: "Bunu size kim getirdi
(öğretti)?" deyince, şu karşılığı verdiler: "içimizde gerek soyu,
gerekse kendisi bizce bilinen bir adam vardır. Yüce Allah, ondan önceki bazı
kimseleri, bizden önceki ümmetlere nasıl peygamber olarak göndermiş ise, onu da
peygamber olarak bize göndermiştir. Bu peygamber, bize iyiliği, doğruluğu,
verdiğimiz sözde durmayı ve emanete hıyanet etmemeyi emretti. Putlara tapmamızı
yasakladı. Sadece Allah'a ibadet edip O'na ortak koşmamayı emretti. O bize
Allah'ın kelamını öğretti. Biz de ona inandık ve getirdiği dinin Allah
tarafından olduğuna iman ettik. işte biz, bunu yaptığımız için kavmimiz bize
düşman kesildi. Onlar, bu peygambere de inanmayıp düşmanlık ederek onu öldürmek
istediler. Bizi de tekrar putlara tapmaya zorladılar. Bunun için, dinimizi ve
canımızı koruyasın, diye onlardan kaçıp sana sığındık."
Bunun üzerine Necaşi:
"Vallahi sizin dediğiniz bu din, isa'ya gelen nurun içinden çıktığı
kandilden çıkmıştır" deyince, Cafer şu karşılığı verdi: "Sana secde
etmememizin sebebine gelince, peygamberimiz bize cennet ehlinin selamının bu
şekilde selam verme olduğunu bildirmiştir ve bizim de öyle yapmamızı
emretmiştir. Birbirimize selam verdiğimiz gibi sana selam verdik. İsa bin
Meryem hakkındaki inancımıza gelince, kendisi Allah'ın kulu ve Resulüdür. Allah
tarafından Meryem'e bırakılmış bir kelime ve ruhtur. Hiçbir erkekle ilişkide
bulunmayan bakirenin oğludur."
Bunun üzerine Necaşi
eğilip eline bir çöp alarak: "Vallahi ibn Meryem bu çöp ağırlığında olsa
bile bunun dediğinden daha fazla değildir" dedi. Orada hazır bulunan Habeş
büyükleri: "Vallahi, eğer Habeşliler senin böyle dediğini işitirlerse seni
tahttan indirirler" deyince, Necaşi: "Vallahi İsa hakkında bundan
başka bir şey söyleyemem. Allah, bana krallığı verirken Habeşlilerin arzusuna
uydumu ki, ben de Allah'ın gerçek dini hakkında onların arzusuna uyayım. Bundan
Allah'a sığınırım" dedi.
Necaşi'nin babası
Habeşistan'ın hükümdarı idi. Necaşi daha küçük iken babası ölmüştü. Ancak
kardeşine: "Oğlum büyüyünceye kadar kavminin idaresini sen yürüt, ama
oğlum büyüyünce hükümdarlığı ona teslim et" diye vasiyet etmişti. Fakat
kardeşi hükümdarlığa göz dikerek Necaşi'yi bir tüccara satmıştı. Tüccara:
"Şimdilik onu burada bırak. Ancak gitmek istediğin zaman bana haber ver ve
onu sana vereyim" dedi. Tüccar oradan gitmek isteyince kendisine haber
verdi ve Necaşi'nin amcası kendisini tüccara verdi. Tüccar Necaşi'yi alıp bir
geminin yanına gitti. Necaşi kendisine ne yapılacağını bilmiyordu. Necaşi'nin
hükümdar olan amcası bir yıldırım çarpmasıyla ölünce, Habeşistan'ın ileri
gelenleri tacı Necaşi'nin başına giydirdiler ve onu hükümdar yaptılar. Necaşi
bu sebeple: "Allah, bana krallığı verirken Habeşlilerin arzusuna uydu mu
ki" demişti.
Kendisini satın alan
tüccar: "Bana ya kölemi verin ya da paramı geri verin" deyince,
Necaşi: "Doğru söyledin. Ona parasını geri verin" dedi.
Necaşi, Cafer kendisine
anlatacağını anlattığı ve onları Amr'a teslim etmeyi kabul etmediği zaman Amr
bin el-As'ı kastederek: "Ona hediyelerini geri verin. Vallahi bana rüşvet
olarak şu dağ kadar altın verseler yine kabul etmezdim" dedi. Cafer ve
dostlarına da: "Burada güven içinde kalabilirsiniz. Yüce Allah size bir
zarar verilmesini engelledi" dedi. Görevlilerine de kendileri için gereken
nafakanın verilmesini emretti ve: "Her kim bu gruba eziyet verecek olursa
bana asi olmuş olur" dedi.
--- İbn Hişam, es-Sire
(1/360, 361).
Yüce Allah, Amr bin
el-As ve Umare arasına düşmanlığı ilka etmişti. Bu da kendileri Habeşistan'a
varmadan önce yolculukları sırasında vaki olmuştu. Ancak Necaşi'nin yanına
geldiklerinde Müslümanlardan almak istedikleri kişileri geri alabilmek için
barışmışlardı. Fakat hal böyle olunca eskiden olduğundan daha fazla aralarında
düşmanlık başladı. Bunu fırsat bilen Amr, Umare'ye tuzak kurarak: "Ey
Umare! Sen yakışıklı birisin. Necaşi'nin hanımının yanına git ve onunla bu
konuyu görüş. Kocası çıkıp geldiği zaman belki hanımı bu konuda bize yardımcı
olur" dedi. Umare, Necaşi'nin hanımıyla görüşene kadar kendisine
haberciler gönderdi. Yanına girince de Amr, Necaşi'ye gidip: "Benim bu
dostum karılara düşkündür. Şu anda o karını istemektedir. Bunu böyle bil"
dedi. Necaşi birilerini gönderdiğinde Umare'nin hanımının yanında olduğunu
gördü. Emri üzerinde Umare hadım edildi. Sonra onu adalardan bir adaya attırdı.
Umare orada delirmiş ve vahşileşmişti. Amr da Mekke'ye geri döndü. Allah
arkadaşını helak etmiş, yolculuklarını boşa çıkarmış ve ihtiyaçları olan şeyi
alamamışlardı.
Şeytanın kuğuculuğu
hakkındaki rivayeti Muhammed bin ishak bin Yesar kanalıyla rivayet ettik.
Muhammed bin ishak bin Yesar, Osman bin Maz'un'un kıssasını Salih bin İbrahim
bin Abdirrahman bin Avf kanalıyla kendisinden işitmiş olduğu birinden
aktarmıştır. ibn ishak her iki kıssayı da (Musa bin Ukbe'nin rivayet ettiği
kıssayı da) rivayet etmiştir. Hicret hakkındaki kıssa ise mevsul olan
hadislerde rivayet edilmiştir.
Habeşistan'a birinci
hicret şöyle olmuştur: Katade der ki: "Allah yolunda ailesiyle birlikte
ilk olarak hicret eden kişi Osman bin Affan'dır. -Nadr bin Enes ise: "Ebu
Hamza'nın yani Enes bin Malik'in: ‘‘Osman bin Affan, eşi olan Allah Resulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızı Rukiyye ile birlikte Habeşistan'a hicret
etmek üzere yola koyuldu’‘ dediğini işittim" şeklindedir.- Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) oraya vardıklarına dair haber geç gelmişti.
Nihayet Kureyşlilerden bir kadın gelip: " Ey Muhammed! Damadını karısıyla
birlikte gördüm" dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Onları nasıl bir durumda gördün?'' diye sorunca kadın: "Karısını şu
yavaş yürüyen merkeplerden birine bindirmiş, kendisini de merkebi yederken
gördüm" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Allah! onlarla beraber olsun. Osman! Lut peygamberden sonra karısıyla
hicret eden ilk kişi olmuştur'' buyurdu. Başka bir kanalla da aynısı
zikredilmiştir.
Habeşistan'a ikinci
hicret ise Vakidl'nin bildirdiğine göre Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) peygamber olarak gönderilmesinden beş yıl sonra vaki olmuştur ve
Abdullah bin Mes'ud bunu şöyle anlatmıştır: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), bizi seksen kişi olarak Necaşi'ye gönderdi. Aramızda Cafer bin Ebi
Talib ve Osman bin Maz'un bulunmaktaydı. Öte yandan Kureyşliler, Umare ve Amr
bin el-As'ı da hediyelerle birlikte Necaşi'nin yanına göndermişti. Bunlar,
Necaşi'nin huzuruna girdiklerinde ona secde ettiler ve hediyeleri takdim
ederek: "Bizim kavmimizden bir grup dinimizden yüz çevirip sana geldiler
ve onlar şu anda senin topraklarındalar" dediler. Necaşi: "Onlar nerededir?"
deyince: "Senin topraklarındadırlar" karşılığını verdiler. Necaşi bu
kişilerin yanına gelmesi için onlara birini gönderdi. Cafer: "Bu gün
sözcünüz ben olacağım" dedi. Arkadaşları da ona uydular.
Necaşi'nin makamına
girdiklerinde ona secde etmediler. Kendilerine: "Neden hükümdara secde
etmiyorsunuz?" denilince, Cafer: "Biz sadece Yüce Allah'a secde
ederiz" karşılığını verdi. Necaşi: "Niçin?" diye sorunca, Amr
bin el-As: "Bunlar İsa hakkında senin düşüncenden ayrı bir düşünceye
sahiptirler" dedi. Necaşi: "isa ve annesi hakkında ne
demekteler?" diye sorunca, Cafer:
"Allah'ın buyurduğu
gibi deriz. İsa, Allah'ın kelimesi ve ruhudur ki onu iffetli ve bakire Meryem'e
bırakmıştır. Meryem'e hiç bir beşer eli değmemiştir. isa'dan önce de çocuğu
olmamıştır" karşılığını verdi.
Bunun üzerine Necaşi
yerden bir çöp alarak şöyle dedi: "Ey hahamlar ve rahipler! Bunlarla sizin
söyledikleriniz arasında şu çubuğun ağırlığı kadar bile bir fark yoktur.
Merhabalar size ve yanından geldiğiniz kişiye. Şahadet ederim ki o bir
peygamberdir. Onun yanında olmak ve nalınlarını taşımak" veya:
"hizmetini görmek isterdim. Topraklarımda istediğiniz yerde
yerleşin." Bundan sonra ibn Mes'ud acele ile geri gelip Bedir savaşına
katıldı. --- İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye (3/69).
Kasım der ki: Abdullah
bin Mes'ud Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından bir grupla
deniz yoluyla Habeş topraklarına hicret etti. Orada alışveriş yapabilecekleri
bir çarşı da vardı. Abdullah eşyalarını alıp tek başına çarşıya gitmek isteyince,
kendisiyle konaklayan arkadaşı: "Tek başına gittiğini görüyorum. Orada
herkese kötülüğü dokunan birinin olduğunu ve ondan sakınman gerektiğini
bildireyim. Bu kişi yabancı birini gördüğü zaman onu döver veya öldürür ve
yanındaki şeyleri alır" dedi.
Abdullah şöyle devam
etti: "Sonra bu arkadaşım bana bu adamı vasfetti. çarşıya vardığımda o
adamı vasıflarından tanıdım ve insanlar arasında ondan gizlenmeye başladım. O
hangi yoldan gitse ben bir başkasından gidiyordum. Bu şekilde yanımdaki malları
iki dinara sattım. Sonra bir ara uyudum ve adamın baş ucumda durduğunu
hissettim. Beni elimden tutarak:
"Sende ne kadar
para var?" demeye başladı. Kendisine: "Beni bırakman karşılığında
sana üzerimdeki parayı vereyim" dediğimde: "Üzerinde ne kadar
var?" dedi. "iki dinarım var" dediğimde: "Daha fazla"
karşılığını verdi. "Ancak o kadarlık bir şey sattım" dediğimde, yine:
"Daha fazla" dedi. Bu sırada bir tepede iki kişinin kendisine
baktığını ve kendisine doğru geldiğini görünce beni bırakıp kaçtı. Arkasından:
"iki dinarı almadın" diye seslendiğimde: "Onlara ihtiyacım
yoktur" karşılığını verdi. Bunun üzerine Ebu Burde'nin bildirdiğine göre
babası şöyle anlatıyor: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Cafer bin Ebi
Talib ile birlikte Habeşistan topraklarına hicret etmemizi emretti.
Habeşistan'a geldiğimizde, (Necaşi) yanına gitmemiz için bize haber gönderdi.
Bunun üzerine Cafer: "Sizden hiç kimse konuşmasın. Bu gün sözcünüz
benim" dedi. Necaşi'nin yanına geldiğimizde kendisi meclisinde oturmakta
idi. Yanındaki hahamlar ve rahipler kendisine secde etmemiz için bizi
azarladılar. Cafer: "Biz yalnız Allah'a secde ederiz" deyince,
Necaşi:
"Seni secde
etmekten alıkoyan nedir?" dedi. Cafer yine: "Biz, Allah'tan başkasına
secde etmeyiz!" dedi. Necaşi: "Neden?" diye sorunca, Cafer:
"Çünkü Allah, bize
bir peygamber gönderdi. Meryem oğlu isa, onun kendisinden sonra geleceğini ve
adının Ahmed olacağını müjdelemiştir. Peygamberimiz, bize sadece Allah'a ibadet
etmemizi, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı ve zekat
vermemizi emretti. O iyiliği emredip, kötülüğü yasakladı" karşılığını
verdi.
Necaşi, Cafer'in bu
sözlerinden hoşlanmıştı. Bu sebeple Cafer'e:
"Arkadaşınız,
Meryem'in oğlu hakkında ne diyor?" diye sorunca: "O'nun hakkında:
‘‘O, Allah'ın ruhu ve kelimesidir. Onu, daha önce kendisine bir beşerin temas
etmediği, hiçbir çocuk doğurmamış olan iffetli ve bakire Meryem'den çıkarıp
dünyaya getirmiştir’‘ buyuruyor" dedi. Bunun üzerine Necaşi yerden bir çöp
alarak: "Ey haham ve rahipler topluluğu! Bunlar, sizin Meryem'in oğlu
hakkında söylediğiniz sözlerden farklı olarak şu çöp ağırlığında olsa bile
farklı bir şey söylemiyorlar. Size ve yanından gelmiş olduğunuz kişiye merhaba!
Ben, onun Allah'ın peygamberi olduğuna ve İsa bin Meryem'in müjdelediği
peygamber olduğuna şahadet ederim. Ben bu hükümdarlık makamında olmasaydım onun
yanına gelir ve nalınlarını taşırdım. Benim ülkemde dilediğiniz kadar
kalabilirsiniz" dedi. Sonra da bize yiyecek ve giyecek verilmesini
emretti.
Bu sahih bir isnaddır ve
görüldüğü kadarıyla bu sırada Ebu Musa'nın Mekke'de olduğuna ve Cafer bin Ebi
Talib ile birlikte Habeşistan'a hicret ettiğine delalet etmektedir.
Yezid bin Abdillah bin
Ebi Burde'nin, dedesi Ebu Burde kanalıyla sahih bir rivayetle, Ebu Musa'dan
bildirdiğine göre kendileri Yemen'de iken Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) peygamber olarak ortaya çıktığını haber aldılar ve elli küsur adamla
bir gemiye binerek (Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gitmek
üzere) yola çıktılar. Ancak gemi onları Habeşistan'a götürdü. Orada Cafer bin
Ebu Talib ve arkadaşlarıyla karşılaştılar. Cafer onlara, yanlarında ikamet
etmelerini söyledi. Hayber savaşı zamanında Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yanına gelene kadar da birlikte kaldılar. Böylece Ebu Musa, Cafer ile
Necaşi arasında cereyan eden konuşmaya şahid olmuş ve bunu başkalarına
anlatmıştır. Sanırım ravi: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
Cafer bin Ebi Talib ile birlikte Habeşistan topraklarına hicret etmemizi
emretti" lafzıyla yanılmıştır. Doğrusunu da Allah bilir.
Muhammed bin ishak bin
Yesar bu hicret hakkında isnadıyla şöyle uzun bir rivayette bulunmuştur:
Zühri'nin, Ebu Bekr bin
Abdirrahman bin el-Haris bin Hişam kanalıyla bildirdiğine göre Allah Resulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) eşi Ümmü Seleme şöyle anlatıyor: Mekke bize dar
gelmeye ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı dinleri konusunda
çeşitli eziyet ve işkencelere maruz kalmaya başlamıştı. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ashabını bu kötülüklerden koruyup onlara sahip çıkamıyordu.
Ancak kendisi kavminin ve amcasının koruması altında idi. Kendisi ashabının
yaşadığı kötü şeylerden hiçbir şeye maruz kalmıyordu.
Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Habeşistan topraklarında bir kral
vardır. Onun yanında hiç kimseye zulmedilmez. Allah size içinde bulunduğunuz bu
durumdan bir çare ve kurtuluş yolu açıncaya kadar oraya gidiniz’‘ buyurdu.
Bunun üzerine biz,
gruplar halinde yola çıktık ve orada dinimizi serbestçe yaşayıp hiç kimsenin
zulmünden korkmayan ve komşular tarafından güzelce ağırlanan bir yere geldik.
Bunu gören Kureyşliler, bizi çekemediler. Toplanıp, bizi yurdundan kovması ve
tekrar kendilerine iade etmesi için Amr bin el-As ile Abdullah bin Ebi
Rabia'yı, Necaşi'ye elçi olarak göndermeyi kararlaştırdılar. Kureyşliler,
ayrıca Necaşi'ye, patriklere ve ileri gelen her kişiye birer hediye
hazırladılar. Sonra Amr bin el-As ile Abdullah bin Ebi Rabia'ya:
"(Habeşistan'a gittiğinizde) herkesin hediyesini kendisine verdikten
sonra, kendilerinden kralın yanında size yardımcı olmalarını isteyin. Kralın
hediyelerini de verdikten sonra teklifinizi yapın. Öyle yapın ki, kral onları
konuşturmadan size teslim etsin" dediler.
Amr bin el-As ile
Abdullah bin Ebi Rabia, Habeşistan'a vardıklarında, hediyesini vermedik hiç bir
patrik ve komutan bırakmadılar. Onlara: "Şu akılsızlar için hükümdara
gelmiş bulunuyoruz. Kavimlerini ve dinlerini bıraktıkları gibi sizin dininize
de girmemişler. Kavimleri onları geri göndersin diye bizi krala gönderdiler.
Onun için bu hususta kral ile konuştuğumuz zaman bize yardımcı olun"
dediler. Onlar da: "Tamam" dediler.
Sonra Kureyş heyeti
Necaşi'nin yanına gidip hediyelerini takdim ettiler.
Krala Mekke'den hediye
olarak getirdikleri şeyler içinde onun en çok hoşuna gideni tabaklanmış deriler
idi. Kendisine hediyeleri takdim edince: "Ey kral! Bizden bir takım
akılsız gençler kavimlerinin dinini terkettiler, senin dinine de girmeyip
bilmediğimiz uydurma bir din ile geldiler. Şimdi gelip senin yurduna
sığındılar. Onların aşiretleri, babaları, amcaları ve kavimleri kendilerini
teslim edesin diye bizi sana elçi olarak gönderdiler. Çünkü onlar, bunların
nasıl insanlar olduğunu daha iyi bilirler" dediler. Patrikler de: "Ey
kral! Doğru söylüyorlar, onları geri ver. Çünkü onlar, bunların nasıl insanlar
olduğunu daha iyi bilirler. Senin dinine de girmiş değiller ki onları himaye
edesin" dediler.
Bunun üzerine Necaşi
öfkelenerek: "Hayır, ömrüme yemin olsun ki, onları çağırıp konuşturmadıkça
ve neyin nesi olduklarını öğrenmedikçe hiç bir şey yapmam. Çünkü bunlar, benim
yurduma gelmiş ve bu kadar hükümdarlar varken bana güvenip bana sığınmışlardır.
Onları çağırıp kendileri ile konuşacağım. Eğer gerçekten sizin dediğiniz gibi
kimseler iseler, onları geri göndereceğim. Eğer öyle değillerse onları geri
göndermek şöyle dursun, bütün gücümle destekleyeceğim. Baba ve amcalarının
gözlerini aydın kılmayacağım!" dedi.
Necaşi bu kişilerin
yanına gelmesi için onlara birini gönderdi. Amr bin elAs ile Abdullah bin Ebi
Rabia için kralın onların diyeceklerini dinlemesinden daha kötü bir şey yoktu.
Necaşi'nin elçisi gelince bu kişiler bir araya toplandı ve (birbirleriyle):
"(Kralın karşısında) ne diyelim?" (diye) istişare etmeye başladılar.
Sonunda: "Vallahi biz bildiğimizi, dinimizin emrinden ne üzere olduğumuzu
ve peygamberimizin ne ile geldiğini söyleyelim" dediler.
Necaşi'nin huzuruna
geldiklerinde kendisiyle konuşan kişi Cafer bin Ebi Talib oldu. Necaşi:
"Sizin tabi olduğunuz bu din nedir? Kavminizin dinini bıraktınız, ancak ne
Yahudi, ne de Hıristiyan oldunuz. Bu girdiğiniz din neyin nesidir?"
deyince, Cafer şu karşılığı verdi: "Ey kral! Biz şirk üzere olan, putlara
tapan, ölü eti yiyen, komşularımıza kötü davranan, birbirimizin kanını dökme ve
başka şeylerde haramları helal sayan, helali ve haramı ayırt etmeyen bir kavim
idik. Yüce Allah içimizden iyiliğini, doğruluğunu ve emin biri olduğunu
bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. Bu Peygamber bizi sadece Allah'a
ibadet etmeye, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamaya, akrabalık bağlarını gözetmeye,
komşulara iyilikte bulunmaya, namaz kılmaya, oruç tutmaya ve başkasına ibadet
etmemeye davet etmektedir" dedi.
Necaşi:
"Peygamber'in vahiy olarak getirdiği şeyden yanında bir şey var mı?"
diye sordu. Necaşi patriklerini de çağırmış ve emri üzerine mushafları etrafına
koymuşlardı. Cafer: "Evet, var!" dedi ve ona Meryem Suresinin
başlarından bazı ayetleri okudu. Necaşi bunları duyunca sakalları ıslanacak
kadar ağladı. Yanında duran piskoposlar da Cafer'in okuduğunu duyunca ağlamaya
başladırlar ki gözyaşlarından ellerindeki mushaflar ıslandı, Sonrasında Necaşi:
"Senin okuduğunla Musa'nın getirdiği aynı kandilden çıkmadır. Gidin,
hiçbir zaman ben sizi onlara teslim etmeyeceğim! Onların gözlerini de aydın
kılmayacağım" dedi.
Bunun üzerine Necaşi'nin
yanından çıktık. Necaşi o iki adamı da yanımızda bırakmıştı. Amr bin el-As:
"Vallahi ben yarın Necaşi'ye gidip onlara öyle bir iftirada bulunacağım
ki, Necaşi onların kökünü kazıyacaktır. Onların İsa bin Meryem'in ilah olmayıp kul
olduğunu söylediklerini bildireceğim" dedi. Abdullah bin Ebi Rabia:
"Böyle yapma, onlar her ne kadar bize muhalif olsalar da onlar
akrabalarımızdır. Onların üzerimizde hakları vardır" dediyse de:
"Vallahi bunu yapacağım" dedi.
Ertesi gün Amr bin el-As,
Necaşi'nin yanına geçip: "Bunlar, İsa hakkında büyük bir iftirada
bulunuyorlar, istersen onları çağır da bunu onlara sor" dedi. Bunun
üzerine Necaşi, onları tekrar huzuruna çağırdı. Onlar da toplanıp birbirlerine:
"Eğer Necaşi bize, İsa hakkında bir şey sorarsa ona ne diyeceğiz?"
demeye başladılar. Sonra da: "Allah'ın onun hakkında buyurduğu ve Nebi'in
bize söylememizi emrettiği şeylerden başka bir şey söylemeyeceğiz"
dediler.
Bunun üzerine Necaşi'nin
huzuruna girdiler. Necaşi'nin patrikleri de yanında idi. Onlara: "isa bin
Meryem hakkında ne diyorsunuz?" diye sorunca, Cafer: "Onun Allah'ın
kulu, elçisi, ruhu ve iffetli, bakire Meryem'e bıraktığı bir kelimesi olduğunu
söylüyoruz" dedi. Bunun üzerine Necaşi', elini uzatıp yerden iki parmağı
arasına bir çöp aldı ve: "isa bin Meryem, bu dediklerinden bu çöp kadar
bile öte değildir" dedi.
Necaşi'nin bu konuşması
üzerine patrikler, öfke ile söylenmeye başladılar.
Necaşi onlara:
"Vallahi öfke ile söylenseniz de bu böyledir" dedi. Onlara da:
"Gidiniz emniyettesiniz"
dedikten sonra üç defa: "Kim size küfrederse cezalandırılacaktır"
dedi. Sonra da: "Dağlar kadar altının benim olması karşılığında bile
herhangi birinizi incitmeyi istemem. Vallahi Allah, bana krallığı bahşederken
benden rüşvet alıp insanlara itaat etmedi ki, ben de insanların istediğini
yapmak için rüşvet alayım ve onlara itaat edeyim. Bana getirdikleri hediyeleri
onlara geri verin, onlara bir ihtiyacım yoktur. Haydi, ikiniz (Amr bin el-As
ile Abdullah bin EbI' Rabia) topraklarımdan çıkın" dedi. Böylece Amr bin
el-As ile Abdullah bin Ebi Rabia, Habeşistan'dan kovulmuş olarak çıktılar.
Biz ise, orada huzur ve
güven içinde kaldık. Bu şekilde yaşayıp giderken krallıkta onunla mücadele eden
biri ortaya çıktı. O anda üzüldüğümüz kadar hiçbir şeye üzülmedik. Zira
Necaşi'nin yenilmesinden ve yerine onun bize tanıdığı hakları tanımayan birinin
gelmesinden korktuk. Bunun için Allah'a dua ettik ve Necaşi'yi muzaffer kılması
hususunda yalvarmaya başladık.
Necaşi karşısına çıkan
bu kişinin üzerine gitmişti. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı
birbirlerine: "Kim gider de bu savaşın sonucu hakkında bize bilgi
getirir" demeye başladı. Yaş olarak en küçükleri olan Zübeyr: "Ben
giderim" dedi. Bunun üzerine ona bir tulum şişirdiler. O da tulumu göğsüne
bağlayarak Nil nehrini geçti ve savaşılan tarafa gitti. Yüce Allah o hükümdarı
hezimete uğrattı ve Necaşi'yi muzaffer kıldı. Necaşi onu öldürmüştü. Abasını
sallayarak bize işaret eden Zübeyr: "Müjdeler olsun! Allah, Necaşi'yi muzaffer
kıldı" demeye başladı. Vallahi Necaşi'nin muzaffer olmasından dolayı
sevindiğimiz kadar hiçbir şey için sevinmemiştik. Sonra onun yanında ikamet
ettik. Nihayet bizden bazıları orada ikamet etti. Bazıları da çıkıp Mekke'ye
geri döndü. --- İbn Hişam, es-Sire (1/357-361) Bakın: İbn Kesir, el-Bidaye
ve'n-nihaye (3/72-75).
Zühri dedi ki: Ümmü
Seleme'den rivayet edilen bu hadisi, Urve bin
Zübeyr'e anlattığımda
Urve, bana: "Necaşi'nin: ‘‘Allah, bana krallığı bahşederken benden rüşvet
alıp insanlara itaat etmedi ki, ben de insanların istediğini yapmak için rüşvet
alayım ve onlara itaat edeyim’‘ sözünün ne anlama geldiğini biliyor
musun?" dedi. Kendisine: "Hayır, Ebu Bekr bin Abdirrahman bin
el-Haris, Ümmü Seleme'den bana böyle bir şeyi nakletmedi" dediğimde Urve
Hz. Aişe'den naklederek şöyle dedi: Necaşi'nin babası, kendi kavminin kralı
idi. Onun on iki oğlu olan bir kardeşi vardı. Ancak bu kralın, Necaşi'den başka
oğlu yoktu. Habeşliler, hükümdarlık konusunda istişare ettiler ve:
"Necaşi'nin babasını öldürüp de kardeşini hükümdarlığa geçirsek daha iyi
olur. Çünkü kardeşinin on iki oğlu vardır. Babalarının ölümünden sonra bunlar
tahta varis olurlarsa Habeş hükümdarlığı, ihtilafsız bir şekilde uzun bir
müddet devam eder" dediler.
Sonra Necaşi'nin
babasına saldırıp onu öldürdüler ve yerine kardeşini hükümdar yaptılar. Zamanla
Necaşi, amcasının maiyetine girdi ve onu tesiri altına aldı. Amcası da idareyi
ona verdi. Çünkü o, aklı başında bir kimse idi. Habeşliler, onun amcasının
yanındaki itibarını görünce: "Bu genç, amcasının idaresini ele aldı. Onun
başa geçip hükümdar olmasından endişe etmekteyiz. Babasını öldürmüş olduğumuzu
da biliyor. Eğer hükümdar olursa eşraftan olan herkesi öldürür. Hükümdarla
konuşun. Ya onu öldürsün, ya da ülke dışına sürgün etsin" dediler.
Böyle konuştuktan sonra
Necaşi'nin hükümdar olan amcasının yanına gidip ona: "Bu gencin yanında ne
kadar yükseldiğini gördük. Biliyorsun ki onun babasını öldürmüş ve seni yerine
geçirmiştik. Onun senin yerine geçip bizi öldürmesinden korkuyoruz. Şimdi sen
onu ya öldürmeli, ya da ülkemizden sürgün etmelisin!" deyince:
"Yazıklar olsun size! Dün babasını öldürdünüz, bugün de ben mi onu
öldüreyim! Hayır, onu ülkenizden sürgün edeceğim" karşılığını verdi.
Bunun üzerine Necaşi'yi
alıp pazara götürdüler ve bir tüccara altı yüz ya da yedi yüz dirheme sattılar.
O da, onu bir gemiye bindirdi. Akşam olunca güz bulutları gökyüzünü kapladı ve
Necaşi'nin hükümdar olan amcası çıkıp yağmur altında dolaşmaya başladı. Yağmur
altında iken bir yıldırım çakıp onu öldürdü. Bunun üzerine onlardan ileri
gelenler derhal onun çocuklarına gittiler. Baktılar ki çocuklarının tamamı
akılsız ve hiç birinde hayır yoktur. Bunun üzerine Habeşlilerin yönetimi bir
çıkmaza girdi. Birbirlerine: "Biliyor musunuz, Vallahi hükümdarlığımızı
düzgün bir şekilde yürüten şahıs, dün satmış olduğunuz gençtir. Eğer
Habeşistan'ın idaresinin düzelmesini istiyorsanız, o gitmeden önce peşine düşün
ve onu alıp getirin" dediler. Böylece peşinden gittiler ve onu alıp
getirdiler. Sonra da tacı başına giydirip kendilerine hükümdar yaptılar.
Ancak onu (Necaşi'yi)
satın almış olan tüccar: "Bana satmış olduğunuz köleyi geri aldığınız
gibi, onun için ödemiş olduğum paramı da geri verin" deyince: "Hayır,
vermeyiz" karşılığını verdiler. Tüccar: "Vallahi öyleyse gidip onunla
konuşacağım" deyince: "Konuşsan da vermeyiz" cevabını verdi.
Bunun üzerine tüccar kralın yanına gidip: "Ey kral! Dün ben bir köle satın
aldım ve onu satanlar benden paralarını aldılar. Bugün de gelip köleyi zorla
elimden aldılar, ama aldıkları parayı bana geri vermediler" dedi. Bu da
Necaşi'nin idaresinin sert ve adil oluşunu gösteren ilk tavrı idi ki: "Ya
parasını geri verirsiniz, ya da kölesini kendisine teslim edersiniz. O da onu
dilediği yere götürür!" dedi. Onlar da: "Tamam parasını geri
veririz" dediler ve tüccara parasını geri verdiler. Bu sebeple Necaşi:
"Allah, bana krallığı bahşederken benden rüşvet alıp insanlara itaat
etmedi ki, ben de insanların istediğini yapmak için rüşvet alayım ve onlara
itaat edeyim" demişti.--- İbn Hişam, es-Sire (1/362-363) Bakın: İbn Kesir,
el-Bidaye ve'n-nihaye (3/75, 76).
Yezid bin Ruman'ın
bildirdiğine göre Urve bin ez-Zübeyr: "Necaşi ile konuşan kişi Osman bin
Affan idi" demiştir.
İbn İshak der ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Mekke'de iken ve peygamber olarak
çıktığı haberi yayılınca Habeşistan Hıristiyanlarından yirmi veya buna yakın
kişi yanına geldiler ve onu bir mecliste buldular. Resulullah'ı (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) konuşturup ona sormak istedikleri şeyleri sordular. Kureyşli
bazı kişiler de Kabe'nin etrafında yakınlarında idi. Resulullah'a (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sormak istedikleri şeyleri sorup bitirdiklerinde Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları Yüce Allah'a davet etti ve onlara Kur'an
okudu. Kur'an'ı işittiklerinde gözlerinden yaşlar boşaldı ve Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) davetine icabet edip iman ederek kendisini tasdik
ettiler. Kendi kitaplarında vasfedilen kişinin kendisi olduğunu anladılar. Bu
kişiler Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanından kalkınca Ebu Cehil
Kureyşli bir grupla karşılarına çıkıp: "Allah sizin belanızı versin.
Dininizden olan kişiler sizi buraya kendilerine bu adamın haberleri ile geri
dönmeniz üzere gönderdi. Oysa biz sizin onunla oturmanız konusunda pek rahat
değildik. Şimdi siz dininizden ayrıldınız ve onun dediklerine inandınız. Sizin
gibi ahmak bir kervan görmedik" veya buna benzer şeyler dediler. Bunun
üzerine bu grup: "Selam üzerinize olsun. Bize karşı yaptığınız cahilliği,
biz size yapamayız. Bizim yaptıklarımız bize ve sizin yaptıklarınız sizedir.
Biz sizden daha hayırlı olduğumuzu iddia etmiyoruz" karşılığını verdi. Bu
Hıristiyan grubun Necran halkından olduğu söylenirdi. Doğrusunu da Allah bilir.
Yine Allah daha iyi bilir ya: "Bu Kur'an'dan önce kendilerine kitap
verdiklerimiz var ya, işte onlar ona da inanırlar. Kur'an kendilerine okunduğu
zaman, ‘‘Ona inandık, şüphesiz o Rabbimizden gelen gerçektir. Şüphesiz biz
ondan önce de müslümandık’‘ derler. işte onların, sabredip kötülüğü iyilikle
savmaları ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda
harcamaları karşılığında, mükafatları kendilerine iki kez verilecektir. Boş
sözü işittikleri vakit ondan yüz çevirirler ve, ‘‘Bizim işlerimiz bize, sizin
işleriniz de size. Selam olsun size (bizden size zarar gelmez). Biz cahilleri
istemeyiz’‘ derler"[Kasas 52-55] ayetleri bu kişiler hakkında
inmiştir" denilmektedir.
Ebu Umame der ki:
Necaşi'nin heyeti Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelince
bizzat Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine hizmet etmeye
başladı. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı: "Onlara biz
hizmet ederiz" deyince, Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
''Bunlar benim ashabıma ikramda bulundular. Ben de kendilerine mukabelede bulunmak
istiyorum" buyurdu.
Ebu Katade der ki:
Necaşi'nin heyeti Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelince
bizzat Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine hizmet etmeye
başladı. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı: "Ey Allah'ın
Resulü! Onlara biz hizmet ederiz" deyince, Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): ''Bunlar benim ashabıma ikramda bulundular. Ben de kendilerine
mukabelede bulunmak istiyorum'' buyurdu.
Talha bin Zeyd bunu
Evzai kanalıyla rivayette tek kalmıştır.
Amr (b. Dinar) der ki:
Amr bin el-As Habeşistan'dan geri döndüğünde evinde oturdu ve dışarı çıkmadı.
Kureyşliler: "(Amr) acaba neden dışarı çıkmıyor?" deyince, Amr
onlara: "Habeş kralı Ashama arkadaşınızın peygamber olduğunu
söylüyor" diye haber gönderdi.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
Allah
Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Necaşi'ye Mektubu