musannef

Abdurrezzak

Meğazi

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

Tebuk Savaşma Katılmayan Üç Kişinin Hikayesi

 

9744- Abdurrahman b. Ka'b b. Malik, babasından bildirir: Bedir savaşı hariç Tebuk savaşına kadar Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) katıldığı hiçbir savaştan geri kalmadım. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bedir savaşından geri kalanları da kınamamıştır. Zira o zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kureyş kervanını hedefleyerek çıkmıştı. Kureyşliler de kervana yardım için çıkınca Yüce Allah beklenmedik bir şekilde Müslümanlarla müşrikleri (Bedir'de) karşı karşıya getirmiştir. islam dini üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesinde Resulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberdim. Bedir savaşı, insanları Akabe biatından daha fazla etkilemiş olsa da Bedir'de bulunmayı Akabe'de bulunmaya tercih etmem. Tebuk savaşına kadar da Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) katıldığı hiçbir savaştan geri durmadım. Tebuk savaşı da Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) katıldığı son savaştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gölgelerin hoş olduğu, meyvelerin yetiştiği zamanda Müslümanların savaş için hazırlanmalarını söyledi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir yere savaşa çıkmak istediği zaman düşmanı şaşırtmak için mutlaka başka bir yere çıktığını gösterirdi ve: "Savaş hiledir" buyururdu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) herkesin savaş için gerekli şeyleri hazırlamasını istedi. o zamanlar ben de her zamandan daha fazla bolluk içindeydim. Savaş için ben de bineğimi hazırladım. Cihad için oldukça hazırlıklı ve varlıklıydım. Aynı zamanda gölgelikler ile meyvelerde de gözüm vardı.

 

Durumum bir Perşembe sabahında Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkmasına kadar bu şekilde sürdü ki Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaşlara Perşembe günü çıkmayı severdi. Kendi kendime: "Yarın çarşıya inip savaş için gerekli techizatı alır ve onlara yetişirim" dedim. Diğer gün sabah çarşıya gittim, ama işlerimi tamamlayamadım. Kendi kendime: "inşallah yarın geri gelir alacağımı alırım" dedim. Ancak durum bu şekilde devam etti. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında gitmeyip geride kalmakla günaha bulaştığımı anladım. Çarşılarda ve yollarda dolaşıyor, ancak münafık adamlardan başka kimseleri göremiyordum. Savaşa katılmayıp geride kalanlar da Müslümanların bunu farketmeyeceklerini düşünüyorlardı. Zira katılanların yazılı olduğu bir liste yoktu. Bu şekilde seksen küsur kişi savaşa katılmayıp geride kalmıştı. Tebuk'a ulaşana kadar da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni sormadı. Oraya ulaştığında: "Ka'b b. Malik'e ne oldu?" diye sordu. Kabilemizden bir adam: "Ya Resulallah! iki hırkası ile sevdikleri onu savaşa katılmaktan alıkoydu" deyince, Muaz b. Cebel: "Ne kötü söyledin! Vallahi ya Resulallah! Ka'b'ı ancak hayırlı olmasıyla tanırızr' karşılığını verdi. Onlar bu durumdayken uzaktan seraplar içinde bir adam göründü. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ebu Hayseme olsa (gerek)!" buyurdu. Adam gelince de Ebu Hayseme olduğu görüldü.

 

Resulullah (sellellehu elayhi vasallam) savaş dönüşü Medine'ye yaklaştığında ben onun öfkesinden nasıl kurtulacağımı düşünmeye ve bu konuda akrabalarımdan aklı başında olanlardan görüş almaya başladım. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yarın sabah Medine'ye gireceği haberi verilince de yalan benden uzaklaştı ve doğru söylemekten başka bir şeyle kurtulamayacağımı anladım. Resulullah (sellellehu elayhi vasallam) kuşluk vakti Medine'ye girdi. Mescid'e gidip iki rekat namaz kıldı ki Hz. Peygamber (sellellehu elayhi vasallam) ne zaman bir yolculuktan dönse önce Mescid'e uğrayıp iki rekat namaz kılardı. Namaz sonrası oturunca savaşa katılmayanlar gelip yeminler ederek mazeretler sunmaya başladılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onlara bağışlanma diliyordu. Zahiren söylediklerini kabul edip içindekileri Allah'a havale ediyordu.

 

Ben de Mescid'e girdiğimde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturuyordu. Beni görünce öfkeyle karışık bir tebessüm le beni karşıladı. Yanına gelip önünde oturdum. Bana: "Bineğini satın almamış miydın?" diye sordu. Şöyle karşılık verdim: "Ya Resulallah! Evet, almıştım" dedim. Bana: "O zaman neden savaşa katılmadın?" diye sorunca, şöyle dedim: "Senden başka birinin önünde bu şekilde otursaydım mazeret sunarak onun öfkesinden kurtulurdum. Sana ne söyleyeceğim konusunda çok çabaladım. Sana doğruyu söylesem bana karşı içinde kızgınlığın olacak. Bu konuda Yüce Allah'ın bağışlamasını dilerim. Ama benden razı olmanı sağlayacak şekilde yalanla konuşsam, Yüce Allah'ın seni benden yana öfkelendirmesi pek uzak olmaz. Ya Resulallah! Vallahi seninle savaştan geri durduğumda imkanlarım hiç olmadığı kadar iyi ve güçlüydüm."

 

Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu adam doğruyu söyledi.

Kalk ve git. Yüce Allah'm senin hakkındaki hükmünü bekle bakalım!" buyurdu. Ben kalkınca kabilemden bazı adamlar yanıma geldiler ve: "Vallahi bundan önce senin bir günah işlediğini görmedik. Sen de savaşa katılmayan diğerleri gibi Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mazeret gösteremez miydin? Bu şekilde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) senden razı olur, sana bağışlanma da dilerdi. Öyle yapsaydın bu şekilde hakkında verilecek hükmün ne olduğunu bilmeyecek bir konuma düşmezdin" demeye başladılar. Böyle diyerekten benim peşimden o kadar geldiler ki geriye dönüp kendi kendimi yalanlamayı düşündüm. Sonra onlara: "Benim bu durumumla karşılaşan başka birileri oldu mu?" diye sordum. "Evet! Hilal b. Umeyye ile Murare b. Rabia" diyerek bana Bedir savaşına katılan salih ve örnek iki adamı zikrettiler.

 

Bunun üzerine: "O zaman Vallahi bu konuda ona bir daha gitmem ve kendimi yalanlamam" dedim.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisiyle beraber savaşa katılmayanlar arasından benim de içlerinde bulunduğum üç kişiyle Müslümanların konuşmasını yasakladı. çarşıya çıktığımda kimse benimle konuşmuyordu. insanları artık tanıyamaz oldum. Bahçeler benim için artık eski bahçeler gibi değildi. Dünya artık benim için eski dünya değildi. Bense diğer ikisinden daha genç ve daha güçlüydüm. çarşıya çıkıp Mescid'e gidiyordum. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelip selam veriyordum. içimden de: "Acaba dudaklarını oynattı mı? Selamımı aldı mı?" diyordum. Ona yakın bir yerde namaz kılıyor ve gizlice ona bakıyordum. Namazıma durduğum zaman bana bakıyor, ona doğru baktığımda ise yüzünü çeviriyordu. Diğer iki kişi ise evlerinden dışarı hiç çıkmıyor ve gece gündüz ağlıyorlardı.

 

Bir defasında çarşıda gezerken getirdiği erzağı satmaya çalışan bir Hıristiyan adamla karşılaştım. Adam: "Ka'b b. Malik'i bana kim gösterir?" diye soruyordu. insanlar da ona beni gösterince yanıma geldi ve Gassan kralından bana bir mektup verdi. Mektupta: "Bana ulaşana göre dostun (Muhammed) sana katı davranıp uzaklaştırmış. Kimsesiz ve sahipsiz değilsin. Gel bize katıl, biz sana sahip çıkarız" yazıyordu. Mektubu okuyunca: "Bu da karşılaştığım musibet ile kötülüklerden biri" dedim ve mektubu tandıra atıp yaktım.

 

Aradan kırk gün geçmişti ki Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elçisi bana geldi ve: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karından ayrılmanı emrediyor" dedi. Ona:

"Boşayayım mı?" dediğimde: "Boşama, ama ondan uzak dur ve ona yaklaşma" karşılığını verdi. (Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) diğer iki arkadaşıma da aynı şekilde haber göndermişti.) Hilal b. Umeyye'nin karısı Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldi ve: "Ya Resulallah! Hilal çok yaşlı ve zayıf biridir. Onun hizmetini benim görmeme izin verir misin?" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "KaL, ama sana yaklaşmasın!" buyurdu. Karısı da: "Ya Resulallah! Vallahi zaten kımıldayacak hali yok. Vallahi bu durumla karşılaştığından beri gece gündüz ağlıyor" dedi.

 

insanların bu tavrı beni daralttığı bir zamanda gidip amcam oğlu olan Ebu Katade'nin bahçe duvarına çıktım. Ona selam verdim, ama Vallahi o selamımı almadı. Kendisine: "Ey Ebu Katade! Allah için söyle! Yüce Allah'ı ve Resulünü sevdiğimi biliyorsun değil mi?" dediğimde, sustu. Bir daha: "Ey Ebu Katade! Allah için söyle! Yüce Allah'ı ve Resulünü sevdiğimi biliyorsun değil mi?" dediğimde yine sustu. Yine: "Ey Ebu Katade! Allah için söyle! Yüce Allah'ı ve Resulünü sevdiğimi biliyorsun değil mi?" dediğimde, o: "Yüce Allah ve Resulü bilir!" dedi. Bu cevabı üzerine gözlerim doldu. Bahçe duvarını aşıp oradan ayrıldım.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gün geçtikten sonraki ilk sabah namazını evimin damında kıldım. Yüce Allah'ın ayetlerinde ifade ettiği gibi yeryüzü bütün genişliğiyle bana dar gelmiş, bunaimıştım. O esnada Sel' dağının tepesinde birinin yüksek bir sesle: "Ey Ka'b b. Malik! Müjde!" diye bağırdığını işittim. O an hemen secdeye kapandım. Yüce Allah'ın bizi sıkıntıdan kurtaracak olan hükmünün geldiğini anladım. Daha sonra başka biri bu müjdeyi vermek için atını koşturup geldi. Adamın sesi at'tan daha hızlı gelmişti. Bu müjdeye karşılık olarak üzerimdeki giysimi çıkarıp ona verdim. Diğer iki kişiden de aynı şekilde birer giysi alıp giymişti.

 

Gecenin üçte ikisi geçmişken Yüce Allah, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizim tövbemizi kabul ettiğini bildiren ayetleri indirdi. Ümmü Seleme: "Ya Resulallah! Ka'b b. Malik'e müjdeyi verelim mi?" diye sorunca, Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O zaman insanlar başınıza üşüşür ve sizi geri kalan uykunuzdan ederler" buyurdu. Ümmü Seleme bana karşı son derece iyi davranan, benim derdimle dertlenen birisiydi.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gittiğimde Mescid'de oturuyordu ve çevresinde de insanlar vardı. Yüzü ay gibi parlıyordu ki neşeli olduğu zaman yüzü ay gibi parıldardı. Gelip önünde oturduğumda: "Ey Ka'b b. Malik! "Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı haber sana kutlu olsun!" buyurdu. "Ya Resulallah! Bu haber senden mi, yoksa Yüce Allah'tan mı?" diye sorduğumda: "Bilakis, Yüce Allah'ın katından!" buyurdu. Sonra bize: "And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalbleri kaymak üzere iken Peygamber'e uyan Muhacirlerle Ensar'ın ve Peygamberin tövbelerini kabul etti. Tövbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir. Bütün genişliğine rağmen yer onlara dar gelerek nefisleri kendilerini sıkıştırıp, Allah'tan başka sığınacak kimse olmadığını anlayan, geri kalmış üç kişinin tövbesini de kabul etti. Allah, tövbe ettikleri için onların tövbesini kabul etmiştir.

 

Çünkü O tövbeleri kabul eden, merhametli olandır"[Tevbe, 117,118] ayetlerini okudu. "Ey inananlar! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun''[Tevbe, 119] ayeti de bizim hakkımızda nazil oldu.

 

"Ya Resulallah! Tövbem kabul edilmesi halinde bundan sonra sadece doğruları söyleyeceğim ve tüm malımı Allah ile Resulü için sadaka olarak vereceğini söylemiştim" dediğimde, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Malının bir kısmmı sende bırakırsan daha hayırlı olur" buyurdu. "O zaman Hayber'deki hissemi elimde tutayımil dedim.

 

Müslüman olduğumdan beri Yüce Allah bana, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğruyu söylememden daha büyük bir nimet ihsan etmemiştir. Zira ben ve iki arkadaşım diğerleri gibi ona yalan söyleseydik ben de onlar gibi helak olacaktım. Dilerim Yüce Allah'ın doğruluk konusunda beni sınadığı gibi başkalarını sınamaz. Ondan sonrasında hiçbir zaman yalana başvurmadım. Bu günden sonra da Yüce Allah'ın beni yalandan korumasını dilerim.

Zühri der ki: "Ka'b b. Malik'in olayı konusunda bize olaşan rivayet bu şekildedir.''

 

Tahric: Tirmizi (3102); İbn Mace (1393); Buhari (4/59), Ma'mer kanalıyla "kısa bir metinle"; yine Buhari (6/3) ve Müslim (2769), "İbn Şihab-Abdullah b. Ka'b" kanalıyla rivayet ettiler.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Tebuk Gazvesinde Allah Resulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Geri Kalanlar